Hayatımda yaptıklarım hep pişmanlık olarak, gölgem misali beni takip etti. Kaçtığım her köşede, karanlığın da sakladı beni. Birinin ışığı açmasını beklemiyorum artık. Eskiden, her ayak sesi beni heyecanlandırırdı şimdi ise hiç kimsenin ışığı yakıp beni görmesini istemiyorum.
Bazen ağaçların arasında koşarken kendi kendime yalvardığı mı duyuyorum arkamda bıraktığım tüm sesler bana aitti. Benim çığlıklarım.
Şimdi ise yere düşen bir boncuk gibiyim önce sektim yerden bir kere ve iki kere yakalayamadılar sonra duvar dibinde ki deliğe, mermer aralarına sıkıştım ne kadar çıkarmaya çalışsalar o kadar geriye kaydım. Beni asla buradan çıkaramazlar umuduyla senelerce kendi günahımla tıpkı bir mahkum gibi yaşadım. Bunun bir son bulacağını biliyordum sadece sebebinin ölüm olmasını istiyorum.
Dışımdaki harabe bendim onu görüyorlardı ama ya içimde ki harabe onu görebilselerdi, anlamayacaklarını biliyorum kimse kimseyi anlamaz. En azından görmeyi deneselerdi belki o zaman o karanlıktan çıkabilirdim, bazen sızlayacaktı biliyorum, canım yine acıyacaktı ama en azından kabuk tutardı.
Uzatılan her elden bir az daha kaçtım ve kaçabildiğim yere kadar da kaçmaya niyetliyim. Uzatılan her ele de bu yüzdendi tepkim beni anlamıyorlardı. Onlardan kaçmıyordum ben, kaçtığım kişi kendimdim. Zaten zamanla onlarda terk etti beni tüm akrabalarım, beni suçluyorlardı. Bunu anlamak zor değildi yüzlerinde ki o ifade, hiçbir tanıma sığamayacak kadar suçlu bakıyor, beni daha da derinlere itiyordu.
Bazen kendimi düşünüyordum, beş ay sonra buradan gönderilecektim, zorla göndermiyorlardı ama kalmak içinde bir sebep yok. Burası benim evim değil, benim evim yandı küllere bürünüp gökyüzüne savruldu. O evi ben kül yapıp gökyüzüne savurmuştum. İçinde ki ailemle yakmıştım. O minik eller çakmakla oynamasaydı belki annem tekrar saçlarımı tarayabilirdi. Kapı güvenlikçisi yerine belki babam bisikletimi tutabilirdi o zaman beni bırakmazdı yolun sonuna kadar. Düştüğümde kanayan dizime belki o üflerdi.
Evimi, ailemi, çocukluğumu yakmıştım... Kendimi yakmıştım ben. Hepsini savurmuştum gökyüzüne... Geride sadece kalbi kırık, gözü yaşlı bir yetim bırakmıştım. Buradan gitmek isteyişim sadece beni gören ama anlamayan, duyan ama dinlemeyen insanlardan kaçmak için. Eminim yapmacık duyguları onlara bile yabancı geliyordur. Her yetim gibi beni de şutlayacaklardı sokaklara, ya da devletin sana iş veriyorum, yaşa dediği o şanslı kölelerinden biri olup sonsuz mahkumiyetimi yaşayacaktım.
Karanlığıma fener tutacak kimse yoktu, biri buna cesaret etse bile alıştığım bu duvar dibinde yalnız kalmaya niyetliydim. Kalbim çoktan uyuşmuştu hiç bir sözün, hiç bir kalbin çözemeyeceği kadar uyuşmuş, içimde ağırlaşmıştı onu sadece biraz daha nefes alabilmek için taşıyordum. Sığındığım duvar dibinde bazen yurtta ki küçük çocuklar bana elini uzatıp tutmaya çalışıyorlardı. Yüzleri yere değene kadar eğiliyorlar, kollarını omuzlarına kadar deliğe itiyorlardı bazen parmak uçları üzerime değdiğinde, onlarda oluşan umut kırıntıları, içimde derin korkulara sebep oluyordu, kendimi biraz daha geri itiyordum. Ve sonra kollarını çektiklerinde biraz ileri doğru ilerleyip başımı karanlıktan uzatıp, yüzlerinde yarattığım hayal kırıklıklarını izliyordum. Pişmanlık dolu bakışlarımı yere indirip arkamı tekrar aydınlığa dönüyordum. Bütün çocuklar aynıydı hepsi çok çabuk pes ederdi, onlardan saklanmam yeterliydi.
Yoruldum yaşamaktan. Nefes almak canımı acıtıyor. Ruhum bedenime eziyet ediyor onu daha da fazla yalnızlığa, bilinmezliğe itiyordu. Bedenim uçurumun dibinde duruyor ruhumdan gelecek olan tek sesi bekliyor sonra tüm bedenler gibi ait olduğum yere toprağa dönücem.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe ölürse!
Teen FictionKötü bir dünyada yaşıyoruz. Kötü olan dünya değil onu kötüleştiren insanlar. Burası yani kovan, o insanları yenmek ve onları ait oldukları yere göndermek için vardı. İşin şaşırtıcı yanı ise tüm o her şeyin başında bir kadın vardı. Bunu aşağılayıcı y...