Kelimeler birer boncuk gibi boğazıma dizilmişti. Ağzımdan dökülse bile bir araya getirip dinleyecek kimse yoktu.
Kovan; kim olduklarını, benden ne istediklerini, bilmediğim insanlar beni anladıklarını hatta onlarla yaşayabileceğimi söylüyorlardı. Bilmediğin insanların arasında yürümek, uyumak, konuşmak bunu nasıl yaşayabilirdim.Aslında hiçte tuhaf değildi. Zaten böyle değil miydi? Her gün yüzlerini gördüğüm, konuştuğum bu insanlar bana hem en uzak hem de en yakın kişilerdi. Tanıyordum ama aslında hiç birini tanımıyordum.
Ruhum bedenimle çelişiyordu. Bu insan ya da insanlar neden beni çağırıyorlardı. Beni nereden tanıyorlardı. Ama itiraf etmeliyim ki sözlerinde beni etkileyen bir şeyler vardı sanki gerçekten de profesyonelce yazılmıştı. Bir tavus kuşunun süslü ama narin, yumuşak tüyü kalbime yavaşça dokunmuştu sanki. En tuhafı da gerçekten de beni anlıyormuş gibi yazılmıştı. Mektubu kim yazmıştı ya da kimler yazmıştı gerçekten de merak ediyordum. Kafamı sağa sola hızlıca salladım benimle dalga da geçiyor olabilirlerdi, sonuçta başıma gelmeyen şey değildi. Peki, o zaman adreste neyin nesiydi? Bunun bir açıklaması olmalı ve ben bunu öğrenicem.
Mektubu bir kenara bırakıp, zarfı yırtmadan açtım. Kesinlikle benimle dalga geçiliyordu. Burası bir kütüphanenin adresiydi ne yani sonsuza kadar ben ve kitaplar bir ömür boyu mutlu. Üstelik kütüphane İstanbul da diye yazıyordu. Oysa burası Kocaeli'ydi. Adresi ezberleyip zarfla mektubu uçak yaptım sırtımı yataktan dikleştirip karşımda ki çöpü hedef aldım. Sonuç başarısız olunca derin bir of çekip kendimi sırt üstü sertçe yatağa bıraktım. Beyaz tavana gözümü dikip düşünmeye başladım. Odada sadece başucumda ki abajur yanıyordu cılız ışık tavana çok az yansıyordu tıpkı mutluluğun hayatıma çarptığı kadar.
İnsanların hayatlarını insanlar mahvederdi ama ben kendi hayatımla birçok insanın hayatını mahvetmiştim. Annem, babam ve benim güzel evim.
Kızlar yemekten dönünce gözlerimi sıkıca kapatıp yan döndüm şimdi daha iyiydi en azından sadece şimdilik kendimle baş başa kalmamıştım. Yalnız kalınca kişiliklerim ikiye bölünüyordu. Biri kendini suçlayıp kelimelerin namlusunu karşısındakine doğrulturken, diğeri durmadan önüne çelik bir kalkan örüp savunmaya geçiyordu.
Hayat acımasızdır bu yalnızca fark edilmez bir yere kadar. Belirli bir vakitten sonra evcilik oyunları biter, hayat bir köşede saklanacağın bir saklambaç olmaktan çıkar. O zaman geldiğinde en büyük yenilgini yaşarsın hayattan. Sonra bir bir üst üste gelir her şey bazen kalkarsın ağlayarak, bazen de düştüğün yerde kalırsın bir vakte kadar. Hayat sana dinlenme şansı bile tanımaz.
Yaşam nefes almaktan daha bambaşka bir şeydir. Gülmelisin yaşadığını bilerek, en az bir kere aşık olmalısın, en sevdiğin yemeği doya doya yemelisin, hayal etmelisin birini, bir şeyi ya da bir yeri. Bunlar olmalı hayatında.
Ard arda sıralı dağlar benim hayatım.Yaşamıyorum ama nefes alıyorum, bazen yemek yiyorum bazen de uyuyorum. Aklıma estikçe kitap okuyorum. İnsanların hayatlarına farklı bir bakış atıyorum. Bazen bir şeyler fark ediyorum hepimiz acı çekiyoruz bazılarımızın rengarenk ya da tozpembe, bazılarımızın ise en koyu siyah en acılısından. Acı çekmeyen insan yoktur sadece hepimiz farklıyız o kadar.
O iki soğuk mezar taşını hiç görmedim oysa benim yüzümden dikilmişti o iki taş. Kapısına kadar giderdim iki sene önce artık o bile acı veriyor. Kocaman cam ağaçları soğuk bir rüzgar savurmuştu en son yüzüme. Suçlayıcı bir havası vardı bu rüzgarın sanki herkes haberdardı benden, yaptıklarımdan. Oysa rüzgara bile fısıldamamıştım. Sadece bomboş bakmıştım oysa. Yinede üstümdeki gözler bana bakmaktan vazgeçmemişti. Donmuş gözlerle bir çift göz aradım yalnız olduğumu bilerek, ne var ki içimde korkuyla karışık bir merak duygusu yer edinmişti. Oysa korkmuyordum artık ölmekten. Acı veriyordur biliyorum ama yaşamam lazım öldürdüğüm gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe ölürse!
Teen FictionKötü bir dünyada yaşıyoruz. Kötü olan dünya değil onu kötüleştiren insanlar. Burası yani kovan, o insanları yenmek ve onları ait oldukları yere göndermek için vardı. İşin şaşırtıcı yanı ise tüm o her şeyin başında bir kadın vardı. Bunu aşağılayıcı y...