Nereye gidiyordum ya da nereye götürülüyordum hiç bir fikrim yoktu sadece hareket edemiyordum. Boynumda ki sızı ve baş ağrısı bildiğim tek şeylerdi ve büyük ihtimalle üç ya da dört saattir yoldaydık.
Dışarıda ki ayak sesleri giderek yakınlaşırken içimde ki korku her bir adımda biraz daha artıyordu. Kamyonun arka kepenkleri uğuldayarak açıldı. Gözlerimi kırpıştırıp zar zor açtım.
Dışarıda güneş batıya göç ediyordu. Giderken arkasında bıraktığı muhteşem güzelliğine bakıyordum. Aniden önüne bir beden düştü, irkilerek gözlerimi kaldırdığım da siyah gözleriyle bana öne doğru gelmemi işaret etti. Ben ise sadece siyah gözlerine, dağınık gür dalgalı saçlarına ve içini çekerken her iki yanağında fark ettiğim gamzelerine bakıyordum.
“Hey, salak mısın? ”
Bir an irkilerek öne doğru kendimi kaydırmaya başladım. Arkamdaki insanlarda benimle aynı zamanda kaymaya başladı. Kamyon yerden neredeyse yirmi cm yükseklikteydi ayaklarımı öne doğru ittiğimde her zaman benimle olan sakarlığım yine benimleydi.
Ellerim bağlı olduğu için az daha yüz üstü yere çakılıyordum bunun yerine yan dönüp kalçamın üzerine çakıldım. Ağzım bantlı olduğu için boğuk bir sesle sızlandım. İnsan bir yardım eder diye düşünürken bir çift el kollarımdan tutarak kaldırdı, kaldırmasıyla beraber yeşil gözlerim, siyah gözlerine takıldı aynı saniyede ikimizde başımızı yere eğdik.
Arkamdakiler tek tek indiğinde aynı sıraya dizildik kendimi bir an beden dersinde zannettim eksik olan tek şey ise sağa dön sola dön komutlarıydı tir tir titriyordum sebebi korku değildi yaklaşık on adamla saatlerdir ellerimiz ve ayaklarımız bağlı bir şekilde bir kamyonun içinde tangur tungur ilerliyorduk ve saatlerdir aynı nefesi solumuştuk her an bayılacakmışım gibi hissediyordum.
Karşımda sıraya girmiş, simsiyah giyinmiş beş adama bakıyordum. Biri otuz sekiz bilemedin kırk beş yaşlarında bir adamdı diğerlerinin hepsi gençti benden üç bilemedin dört yaş büyüktüler.
Gözlerim gamzeliye takıldığında bana baktığını fark ettim nedense üzerimde gözlerinin ağırlığını hissediyordum. Ağır ve anlam verilemeyecek kadar derin bakıyordu.Bunağın belindeki silaha gözlerimi devirerek baktım. Kaçabilirdim ama kurşun yemek gibi bir niyetim yoktu.
Yanımdakilerin de benimle aynı fikirde olduğunu biliyordum. Bunağın bana dönen bakışlarını üzerimde hissettim bana doğru başını salladı.“O diğerlerinin yanına! Siz ikiniz onu götürün. Uzun yoldan. Diğerleri beni takip edin kaçmaya çalışmaya eminim düşünmüyorsunuzdur, akıllı veletler.”
Velet, ben mi? Nereye? Niçin? Ne zaman?Bacaklarım benden istemsiz bir şekilde titremeye başladı her an yere kapaklanabilirdim. Göz göze geldiğim kişiyle, son derece tuhaf olan bir kişi bana doğru gelirken içimde yankılanan korku boşluğa yuvarladı kendini. Huzur verdiği kadar içinde bin bir bilinmezlik taşıyan ormana başımı çevirdim. Adımlar bana yaklaşma ya devam ediyordu. Onlara bakarsam büyük ihtimalle kaçmaya çalışırdım buda tabi ki benim başarısızlığım ve onların başarısıyla sonuçlanırdı.
Gamzeli tam önümde durdu muhtemelen bir doksan vardı ve ben sadece onun göğsüne geliyordum. Bir devle insan ilişkisi sonucu doğmuş olabilirdi Ya da bir devin oğluydu ihtimaller fazla. Kollarını göğsünde toparladı ve bana üvey kızıymışım gibi acıyarak baktı muhtemelen zavallı birisi olduğumu düşünüyordu. Kendimi hep hissettiğim gibi.
“Evet, küçük kız bize karşı koyacak mısın? Eğer koyacaksan şimdiden seni tokat manyağı yapalım. Ha ben ölmek istemiyorum diyorsan. Seni daha nazik bir şekilde götürelim.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe ölürse!
Teen FictionKötü bir dünyada yaşıyoruz. Kötü olan dünya değil onu kötüleştiren insanlar. Burası yani kovan, o insanları yenmek ve onları ait oldukları yere göndermek için vardı. İşin şaşırtıcı yanı ise tüm o her şeyin başında bir kadın vardı. Bunu aşağılayıcı y...