Fazla mesafelidir hayatlar. Herkesin ki farklı bir destan. Öyledir ki birileri berrak bir suda yüzerken bazıları bataklıkta batıyor. Çırpındıkça batıyordum biliyorum.
Düştüğüm boşluk tarafından yutuluyordum. Bilmiyorum galiba deliriyorum.●
Burada tanıdık bir şeyler vardı. Burayı tanıyordum. Ev gibi kokuyordu, biraz huzur biraz da şevkat. Merdivenin basamakları ayaklarımın altında gıcırdarken. Soğuk bir rüzgar, beyaz geceliğimin çıplak bıraktığı bacaklarımı yakıp geçiyordu.Derin bir nefes alıp rüzgarın geldiği yeri aramaya başladım. Merdivenlerden inip geniş salona çıktığım da etrafa sadece sessizlik hakimdi. Olduğum yerde durup geniş salonu incelemeye başladım. Rahat duran koltuklar, pencereden sızan azıcık aydınlığın vurduğu parlak beyaz zemin,karşıda ki duvar da asılı duran tablo, ve önüne kalın perdeler çekilip, karanlığa mahkum bırakılan aydınlıktan yoksun pencereler.
Yinede iki perdenin arasından sızan ince bir şerit olan aydınlık. Bir şekilde karanlığın içinde ki tek yaşam belirtisiydi. Hafif grimsi gibi bir aydınlık vardı içerde.
Siyahla, aydınlığın yavrusu.Gözüm duvarlardan kayıp salonun içinde ki ikinci bir kapıya takıldığında oradan sızan aydınlığın daha parlak ve çok olduğunu fark ettim. Oraya doğru yöneldiğim de rüzgarın daha da çoğalıp bir kırbaç gibi bacaklarıma vurmasına izin verdim.
Kapının eşiğinde durduğum da karşımda açık duran pencereden daha henüz doğmuş güneşin can yakıcı ama parlak rengi gözlerime vurup bir süreliğine gözlerimi kamaştırdı.
Sabahın o rahatlatıcı ve temiz havası ciğerlerime dolarken, gözlerimi kırpıştırıp etrafımı incelemeye devam ettim. Beyaz mutfak dolapları ve mutfağın ortasında ki granit tezgah tüm ihtişamıyla mutfağa ayrı bir hava katmıştı. Yan taraftan gelen bir kırmızı kızıllık dikkatimi çektiğin de başımı istemsizce o tarafa çevirdim.
Küçük bir kız çocuğu vardı. Kahverengiye çalan sarı saçları beline kadar uzundu. Pembe, ayıcıklı pijamasıyla biraz ilerde pencereden içeri giren aydınlığın hemen altında elinde bir şeyle oynayıp duruyordu.
Sırtı bana dönük olduğu için sadece kırmızı bir kızıllık, bir aydınlığa karışıp bir kayboluyordu. Bilmediğim bir şekilde içimde yeşeren korku ağzımdan çıkan bir kelimeyle kesildi.
“ Hey.”
Birden bana doğru döndüğün de elinde sallanan ayıcığının yere düşmesiyle yere eğildi. Aynı saniyede yerden aldığı ayıcığıyla bana baktığında yeşil gözleriyle göz göze geldim. Çok tanıdık gelen gözlerinde ki yansıma da onu gördüm ‘pembe pijamalı küçük kız’ aynı görüntüyü ikimiz de gözlerimiz de görüyorduk.
Gözlerimi üzerime indirdiğim de benim üzerimde beyaz geceliğim vardı peki onun gözlerinde ki yansıma kime aitti. Gözlerimin radarına tekrar onu aldığım da yüzünde ki şeytani gülümseme elinde ki kızıl ışıkla örtüşüyordu.
O kızıllığın boşluktan süzülüp yere düşüşü ve gözlerimden taşan şaşkınlık birbirini takip etti. Küçük kızın yüzündeki korku dolu bakışlar yüzümü hedef aldığında kızıl kırmızı renk camın bir tarafını esir almış sabah güneşinin sarısına meydan okuyordu perdeler tutuşmuştu çoktan.
Korku bir tohum gibi içimde büyürken belki de geç fark edeceğim bir yaprak açmıştı çoktan. Küçük kız koşarken, koşan bir çift ayağın korku dolu ayak sesleri kulaklarımda çınlarken bir bedenin bana çarpmasıyla içimden bir rüzgar esip saçlarımı geriye savurdu. Küçük kız bana çarpıp yok olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe ölürse!
Teen FictionKötü bir dünyada yaşıyoruz. Kötü olan dünya değil onu kötüleştiren insanlar. Burası yani kovan, o insanları yenmek ve onları ait oldukları yere göndermek için vardı. İşin şaşırtıcı yanı ise tüm o her şeyin başında bir kadın vardı. Bunu aşağılayıcı y...