"Jimin! Kurtarın onu!"
" Jimin! Oğlum!"
Jungkook, uykusunda yine eski yaşanmışlıklarla döşenmiş bir kabusla boğuşurken farkında olmadan kafasını iki yana sallıyor ve elleriyle yorganı sıkıyordu. Yine bir kabustu. Yine kabusun baş kahramanı Park Jimin idi ve yine, uyuduğunda kendini bitmek bilmeyen bir acının içinde bulmaktan alıkoyamamıştı.
Jimin, kabusunda tüm gerçekliğiyle karşısındaydı. Her zamanki gibi 10 yaşındaydı ve Jungkook ise 8. Onu tekrar alevlerin içinde görüyordu.Jimin ve ailesinin oturduğu ev yanalı yaklaşık on yıl olmuştu. Bir gece yarısı, belki de sabaha daha yakın bir zamandı, ocaktan çıkan yangın sonucu Jungkook'un oturduğu evin hemen yanındaki evden alevler yükselmeye başlamıştı.
İki katlı müstakil evin bahçesine telaşla fırlayan küçük Jimin, korkudan ailesinin yanına gitmeyi bile akıl edememişti. O, can havliyle kendini evlerinin bahçesine atarken yangın adeta evin her yerine sıçrıyordu.
Jimin, hemen kafasını kaldırıp evlerine baktığında arkasında oluşan topluluktan ve topluluğun konuştuklarından soyutlanmış gibiydi. Annesi ve babası içerideydi. Kendisi çaresizce ağlarken itfaiyeyi arayan komşular bir yandan da küçük Jimin ile ilgilenmek yerine telaşla koşuşturup kendi yöntemleriyle alevlerle başa çıkmaya çalışıyorlardı. O sırada çocuğun annesi cama çıktığında oğluna doğru bağırdı." Jimin! Kurtarın onu!"
" Jimin! Oğlum!"
Alevler evden giriş-çıkışlarını yapabilecekleri küçük kapıyı sarmalarken artık evden kurtuluşun olmadığı bariz belliydi. Annesi bunun farkındaydı ve sadece oğlunun kurtulması için birilerinden yardım istemek için bağırıyordu.
Jimin, annesine bakarak bağırırken yavaşça yere çöktü ve gelmek bilmeyen itfaiyeyi beklemeye başladı. Sanki dünya durmuş gibiydi, zaman geçmiyordu. Ailesi ölüyordu. Çaresizdi.
Yan evdeki komşuları da Jimin'in evinin bahçesine doğru hızla ilerlerken Jungkook tüm hızıyla koşarak bedenini Jimin'in yanına ulaştırdı.
Böyle devasa bir yangını birkaç metre öteden nasıl hemen fark edemedikleri için kendini öldürmek istedi Jungkook. En yakın arkadaşı, aynı zamanda abisi olan Jimin'in gözleri önünde paramparça oluşunu izlemekten başka yaptığı bir şey yoktu o an.Jimin'in annesi camdan tekrar tekrar bağırırken Jungkook ellerini kulaklarına hızla götürüp kulaklarını tıkadı.
" Jimin! Kurtarın onu! "
Jungkook, her ne kadar bunları duymak istemese de küçük olan evin içinde acı çeken ve bu halde bile oğlunu düşünen annesinin çığlıklarını duymamazlıktan gelemiyordu.
" Hyung." Jungkook güçsüzce mırıldanırken Jimin tüm bu yaygaranın arasında kafasını hemen yanında onunla birlikte ağlayan çocuğa çevirdi.
" Jungkook." Jimin, tek eliyle gözyaşını silerken diğer eliyle de Kook'un elini kavradı. Belki söyleyeceği birkaç cümle vardı ama kelimeleri toparlayamıyordu.
" Hep benimle kal." Diyebildi uzun uğraşlar sonucunda. " Lütfen sen de beni bırakma."Jungkook, bunun üzerine Jimin'in onun elini kavrayan elini güç vermek istercesine sıktı. İki çocuk gözyaşlarını akıtarak tüm masumluğuyla birbirlerine bakarken artık Jimin'in annesinin sesi duyulmuyordu...
Tüm bu olanlardan sonra itfaiye gelmiş, yangını söndürmeyi başarmıştı fakat artık herkesin düşündüğü gibi çok geçti. İtfaiye ile birlikte gelen ambulansa Jimin'in annesi ve babası yerleştirilirken Jungkook'un annesi de Jimin ile ilgileniyordu.
O günden sonra hayatını kaybeden ailesi nedeniyle tamamen farklı bir hayata başlayan Jimin, küle dönmüş evlerine çok uzak bir yerde bir yetiştirme yurdunda kalmaya başlamıştı. Öğrenimini de orada görecekti.
Yangın olayının durulmasından yaklaşık iki hafta sonra Jungkook, arkadaşının evinin bahçesinde bulmuştu kendini. Bir süredir Jimin ile görüşemiyordu ve sürekli annesine onun ne zaman geleceği halkında bir sürü soru soruyordu. Jungkook'un annesi ise çocuğu bir şekilde geçiştiriyordu.
Jungkook bahçeye adımını attığında yandığından dolayı kararan yığınının yanına doğru yaklaştı. Abisinin sevdiği eşyalardan sağlam olanlarını arayacaktı kendince. Eğer onları bulup Jimin geldiğinde ona teslim edebilirse abisinin belki biraz mutlu olabileceğini düşünüyordu.
Gözlerini kısmış, etrafa bakarken parlak bir metal kutu gözüne çarptı. Yanmamıştı. Sadece savrulduğu için biraz tozlanmıştı ama eski parlaklığındaydı. Jungkook, kutunun büyük ihtimalle camdan veya başka bir şekilde dışarı atılarak yanmasının önlendiğini düşünmeye başlamıştı.
Küçüktü ama zekiydi. Zehir gibi zekası olduğu ailesi ve öğretmenleri tarafından onaylanıyordu.
Kook, koşarak kutunun yanına gittiğinde orta büyüklükteki kutuyu eline aldı ve açmadan önce salladı. İçinden ses geldiğini anlayınca ise beklemeden açmıştı.
Açıkçası kutunun içinden bir mektup çıkacağını beklemiyordu. Daha güzel şeyler çıkacağını ummuştu.Mektubu küçük elleriyle kavrayıp kutuyu yan tarafına bıraktıktan sonra sadece mektuba odaklandı. Ön tarafında düzgün bir el yazısıyla yazılmış yazı vardı.
'Park Jimin'e annesi ve babasından'
Mektup zarfının sağ alt kısmında ise başka bir yazı daha yazıyordu.
'Önemli.'
Bu yazı özellikle kalın kalın yazılmıştı.
Jungkook tek kaşını havalandırıp mektup zarfını biraz daha inceledi. Mektubun açılma kısmı kırmızı bir maddeyle- muma benziyordu ya da mum ile benzer yapıya sahipti- adını bilmediği maddeyle açılmasının önleneceği şekilde sabitlenmişti.
Küçük çocuk başkasına yazılan mektubun okunmasının yanlış olduğunu bildiği için mektubu hiç açmadan cebine koydu ve bahçeden çıktı.***
Yine bir Jikook ve yine ben :D Umarım hoşunuza gitmiştir. Hikaye texting olacak ama birkaç anlatımlı bölüm de yazacağım.
Lütfen oy verin ve düşüncelerinizi yoruma bildirin~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
arsonphobia • jikook
Short StoryDevasa alevlerden korkmama rağmen aşkınla beni cayır cayır yakman adil değildi. Aşkın güneşten daha sıcak bir etki bırakıyordu fakat belki de ateşe dayanıklıydık. En iyi rekor; Kısa Hikaye #4 14.06.16 - 11.02.17 @liameri / © Tüm hakları saklıdır