Bu gün yıl içindeki en önemli gün. Çünkü sonunda yeni yaşıma giriyorum. Normal biri için yeni yaşın hiçbir önemi yok. Fakat ben, doğum günlerini daima kutlanılası bulmuşumdur. Ve umuyorum ki doksan yaşımda olsam bile doğum günüm kutlanılacak.
Yataktan hızlıca doğruluyorum. Üzerime dar paça pantolonum ile saçma desenlerle çevrili kazağımı giyip aşağıya iniyorum.
Bu gün benim doğum günüm, uyanır uyanmaz yüzümü yıkamak gibi bir zorunluluğum yok!
Mutfağa inerken bundan önceki on yedi yıla nazaran daha umutluyum. Bu sefer aynı şey olmayacak... Ben, bu sefer gerçek bir aile kahvaltısı ile karşılanacağım. Annem bana kocaman gülümseyip önceden hazırladığı kahvaltımı önüme sunacak. Babam samimi bir şekilde gülümseyip doğum günümü kutlayacak. Ben gitmemek için mızmızlanacak olmama rağmen o baba oğul günü yapmak isteyecek... Onun ısrarlarına dayanamayıp kabul edeceğim...
Tüm bunları umut ederken gerçekten de ailemi mutfak masasında bulmak içimde yeşeren umutların biraz daha artmasına sebep olmuyor.
Ailem masada, ama ikisi de bu günden nefret ediyormuş gibi duruyor.
''Günaydın.'' Diye sesleniyorum gergince masaya otururken. Ailem, beni umursamıyor. Babam elindeki telefondan bir şeyler okumaya devam ederken annem kahvesini yudumluyor. ''Kahvaltı yok mu?'' gergince gülümseyip soruyorum.
''Kendin hazırla.'' Diyor annem umursamaz tavrıyla. Hayal kırıklığıyla ayağa kalkıyor ve buzdolabını açıyorum. Dolapta sadece süt ve bayat gevrek var. Gülümsemem soluyor, gözlerim doluyor. Ama ben, annemin rezil bir şekilde bana bağırıp buzdolabını kapatmam için emretmesinden önce göz yaşlarımı geriye itmeyi beceriyorum. Onların yanında yıllardır ağlamadım. Bu hatayı da asla yapmam.
Gevreği süt ile karıştırıp yerime oturuyorum. Kimse birbiri ile konuşmuyor. Gevreğimi sessizce yiyorum, midem bulansa da umurumda değil. Kalp kırıklarımı toplamakla meşgulüm.
Yemeğin sonuna geldiğimde başımı kasemden kaldırıp aile üyelerimi süzüyorum. ''Anne,'' diyorum çekingence. Bakışlarımız buluşuyor, zoraki gülümsüyorum.
''Bu gün benim doğum günüm... Bana çikolatalı pasta yapar mısın?''
Annemin kaşları alayla havaya kalkıyor. Ve odada yankılanacak kadar güçlü bir kahkaha atıyor. Kahkahasına eşlik ediyorum, ağzımdan çıkan sesler kahkahadan çok uzak, dudaklarımdaki yarım, ucube gülüş rezil. Gülmek istemiyorum. Zaten ortaya çıkarttığım gülüş de acizlikten, parçalanmış ailemi kaybetmekten. Annem sustuğunda ben de sus pus oluyorum.
''Sence de on yedi çikolatalı pasta için çok absürt bir istek değil mi?''
''Çikolatalı pastayı severim...'' mırıldanıyorum bakışlarımı kaseme dikerken.
''Yapamam bu gün randevum var.''
O an, sadece kısacık bir anlığına babamın bunu önemseyip de anneme şiddet uygulamasını istiyorum. Babamın, kaybetme korkusunu eyleme dönüştürmesi için içten içe sızlanıyorum. Ama hiçbir şey olmuyor. Babam tıpkı bundan önceki on bir yılda olduğu gibi umursamıyor. Ve telefonu ile ilgilenmeye devam ediyor.
Daha fazla dayanamayacağımı anladığımda ayağa kalkıyorum. Ağlamak üzereyim, omuzlarım sarsılıyor. ''Bu gece beni beklemeyin. Luhan ile birlikte olacağım.''
Kimse umursamıyor.
Günün geri kalanını en yakın arkadaşımla geçiriyorum. O beni neşelendirmeye çalışıyor, hatta sırf gülümsemem için çikolatalı pasta alıyor. Ama tek bir lokma yiyemiyorum. Midem bulanıyor, canım acıyor.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where Do Broken Hearts Go? // kaisoo
Fanfictionless i hear the less you'll say but you'll find that out anyway just like before...