Honestly- Fink
"Hey," kulaklarıma dolan tanıdık ses ile başımı yana çeviriyorum. Jongin bana burukça gülümsüyor. Kararsız adımlarla yanıma gelirken yumruk yaptığı ellerinin yırtık kotunda gergince ritim tuttuğunu görüyorum.
"Seni burada bulacağımı tahmin etmiştim."
Dudaklarım silik bir tebessümle aydınlanırken bacaklarımı kendime doğru çekiyorum. Jongin toprak alana kendini bırakıyor, bacakları bacaklarıma değiyor.
"Hava serin, öyle değil mi?" Jongin gergince soruyor. En az benim kadar onun da tadı yok. Gereksiz sorular soruyor, kısık gülüşler bahşediyor. Normalde olsaydı; demek istediğim Arkadaşlarımın ölmediği, güvendiğim insanların yalancı, psikopat ve acımasız insanlar olmadığı geçmişte olsaydık, Jongin ölmemiş olsaydı onun bu şapşal hallerine gülümsüyor olurdum. Parmaklarımı yüzünde dolandırır kocaman bir gülümseme eşliğinde öpücükler kondururdum. Jongin'in tatlı kıkırtıları benimkine dolanır bir bütün olur, kahkaha olurduk...
Fakat böyle bir durumda normal olduğumuzu söylemeye bin şahit gerekiyordu...
Kafamı kaldırıp üzerimize perde misali serilmiş ağaç dallarını izliyorum. Rüzgar püfür püfür eserken koyu yeşil yapraklar sallanıyor. Mevsimin getirisi, yer yer sararmaya, kızarmaya başlamış yapraklar rüzgarın şiddetine göre dallarından ayrılıyor. Sarımtırak bir yaprak havada zarif bir hareketle volta attıktan sonra ayak ucuma düşüyor. Eğilerek yaprağı alıyorum.
Yaprağı ağaç dalları arasından süzülen güneş dallarına siper ediyorum. Sarı bir ton daha canlanıyor, yaprağın üzerindeki deliklerden günışığı süzülüyor. Gözlerimi kapatarak soğuk havayı içime çekiyorum. Havada sönük bir duman kokusu var. Ara mevsimlerin en sevdiğim kısmı bu olsa gerekti. Çiçekler açıyor, yapraklar renk değiştiriyor, etraf güzel kokularla doluyordu.
"Kaza yaptığımızda... " diye başlıyorum söze. Kelimeler boğazımda kalıyor. Konuşmak için birkaç dakika suskun kalıyor, soluklanıyorum. Gözyaşları çoktan gözlerime doluşmuşlardı. "Ağaç kırılmış."
Karşımda duran kırılmış gövdeye bakarken acı acı gülüyorum. Sıcak bir damla yanağımdan aşağı süzülürken Jongin'in saçlarını yanağımda hissediyorum. Başını omzuma yaslıyor. "Evet bebeğim..." diye fısıldıyor sessizce. "İyi bir darbe olmuş."
Dediği ile dudaklarım büzülüyor, acı bir hıçkırık kaçıyor dudaklarımdan. Jongin'in beni yatıştırmak istercesine mırıldandığını işitiyorum. Parmakları parmaklarıma dolanıyor. "Şşt ben buradayım..."
"Kyungsoo... " Jongin hışımla önünden geçerek kapıya koştuğumu gördüğünde kendini Jongdae'den ileriye atıyor.
"Jongin... " dudaklarım acıyla kasılıyor. Kelimelerin devamını getiremiyor, sessizce göz yaşlarımı akıtmaya devam ediyorum.
Ben... Böyle olmasını istememişim... O an bile.
"Böyle olmasını istememiştim." Jongin arkamdan koşar adım gelirken söyleniyor. Onu görmezden gelerek merdivenleri iniyorum. Parti devam ediyor, şiddetle çalmaya devam eden müzik kulaklarımı inletmeye devam ediyor.
"Şu işe bak!" histerik bir kahkaha atıyorum. Adımlarımı Jongin'in arabasına sürerken peşimden geliyor. "Ben de böyle olmasını istememiştim."
" Kyungsoo... Jongdae'yi ben öpmedim." Jongin sızlanarak bana bakıyor. Başımı iki yana sallayarak öfkeyle ona adımlıyorum.
"Senin onu veya onun seni öpüp öpmemen umurumda değil... Sadece- Tanrım tüm bu olanlardan sonra... Nasıl bu kadar dengesiz olabiliyorsun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where Do Broken Hearts Go? // kaisoo
Fanfictionless i hear the less you'll say but you'll find that out anyway just like before...