''Yani istediğin şey aileni sinirlendirmek için benimle takılmak?'' Jongin'in kaşları kuşkuyla havaya kalkıyor, dudaklarımı gülmemek için büzüyor ve ona dik dik bakıyorum. ''Kalbim kırıldı soo.'' Jongin şakacı bir tavırla omzunu omzuma çarpıyor. Kolunun sıcaklığını hissedebiliyorum.
''Ayrıca diğerlerinden daha eğlencelisin. '' Sessizce itiraf ediyorum. Bakışlarımı Jongin'den olabildiğince uzağa sabitliyor, etrafı seyrediyorum. Biliyorum ki, yüzüne bakarsam vücudumdaki tüm kan yanaklarıma toparlanabilir. ''Diğerleri gibi değilsin.''
Bacaklarını üzerine oturduğumuz beton duvarda ileri geri sallandırırken bana dönüyor, yüzünü görmesem bile bunu rahatça hissedebiliyorum. ''Nasıl yani?'' diye soruyor yumuşak bir sesle.
''Onların her biri hergele ve berbat... Kişiliklere sahip. Ama sen öyle değilsin. Yani... Demek istediğim-'' Derin bir nefes alıyor ve ona dönüyorum. Jongin usulca bana doğru eğilmiş, belirsiz bir tebessüm ile devam etmemi bekliyor.
''En az onlar kadar rezil bir imajın var. Bunu ikimiz de kabul ediyoruz, sizin bir avuç serseri olduğunuzu sadece alt kat teyzeleri söylemiyor. Seni uzun zamandır takip ediyorum, diğerleri gibi değilsin. İyi bir insansın.''
Jongin'in çikolata kahvesi gözleri karanlıkta parlıyor. Dudakları kıvrılıp parlak bir gülüş verirken suratında ince kırışıklıklar çıkıyor. Sokak lambası ile belli belirsiz bir şekilde aydınlanan yüzünü süzüyorum. Dediklerime çocuksu bir sevinçle karşılık veriyor, onun gibi çekingence gülümsüyorum.
''İnsanın aklını nasıl da çeleceğini biliyorsun Kyungsoo.''
''Takılabiliriz.'' Diyor rahatlıkla. Eli yanağım üzerine konuyor, sıcaklığı yanaklarımı yakarken başparmağı ile yanağımı okşuyor. Dudağımın kenarına bir öpücük bırakıyor. Sesi boğuk, kesinlikle yalancı veyahut alaycı değil. Sesi karanlık kış geceleri içtiğim sıcak çikolata gibi yüreğimi ısıtıyor. ''Zaten seni sadece bir kez öpebilecek olmam can sıkıcı olurdu.''
***
''Seni eve bırakmamı ister misin?'' diye soruyor beton duvardan aşağı atlarken. Onu taklit ediyor, karşımdaki mükemmellik abidesine kıyasla kısa olan bacaklarımı aşağı ittiriyorum. Ani hareketim ile ayağım sızlasa da bedenim ayakta durmaya alışıyor.
''Eve gitmeyi düşünmüyorum.'' Yüzüm tiksinti ile buruşuyor. ''Aslında herhangi bir yere gideceğimi düşünmüyorum bu gece...''
''Ne yani, gideceğin hiçbir yer mi yok?'' kuşkuyla soruyor.
''Luhan beni beliyor aslında... Ama gitmek istemiyorum... Bilemiyorum.''
Jongin bana doğru bir adım adıyor. Bakışları temkinli olsa da dudakları ona ihanet ediyor. Heyecanla tebessüm ediyor. ''Bize... Gelmek ister misin?''
Sorusu karşısında afallıyor, beraberinde şen bir kahkaha atıyorum. Elim kaslı ve yer yer dövmelerle kaplı kolunda geziniyor. Kolumu ona dolarken ağırlığımı ona verecek şekilde yaslanıyorum. Jongin boş bir adım atıyor ve biz kampüsün etrafındaki sokakta bir tur daha atıyoruz. ''Sadece birkaç saattir tanıdığın birini eve almak hm? Demek böyle kötü alışkanlıklarınız var.''
''Aileni sinirden kudurtmak istiyorsan şu sözde hergele sevgilinle sabahlamak iyi bir fikir olabilir.'' Jongin oyuncu bir tavırla gülümsüyor. Kaşlarını yapmacık bir edayla kaldırmış. ''Duyduğuma göre çocuk evine attığı sevgililerine fena şeyler yapıyormuş.''
Dudağımı ısırıyor, yüzüne bakıyorum. Elbette ki yalan söylediğini biliyorum. Tarif edilemeyecek şekilde hoşuma gidiyor, içim içime sığmıyor. ''Ayrıca pek de bir hevesli, ne dersin? Yani düşününce alt tarafı bir oyun... Oğlan yakışıklı bile değil.'' Alayla takılıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Where Do Broken Hearts Go? // kaisoo
Fanficless i hear the less you'll say but you'll find that out anyway just like before...