YD| 3.Bölüm

99 14 7
                                    

Ağzımı açmış şaşkın şaşkın telefona bakmaya devam ederken gelen yeni mesajla kendime gelmiştim.
"Cevap vermiyecek misin ?"
Evet şimdi ne diyecektim ?
Bana neden mesaj atmıştı ?
Acaba kutunun bende olduğunu biliyor muydu?
Ama nasıl bilsin bilemezdi ki.
Ne saçmalıyordum ben.
"Sen o musun hastanedeki çocuk?"
En doğru olan şeyin bu cümleler olduğuna karar verip gönder tuşuna bastım ve yeni bir mesaj gelmesini bekledim.
Telefonun ışığı yanmasıyla girip mesajı okumam bir oldu.
"Evet benim. Şimdi telefon numaranı nerden bulduğumu falan merak ediyorsundur. Hepsini anlatacağım ama önce buluşmamız lazım hemen!."
Evet tahmin ettiğim gibi oydu. Ama neden buluşmak istiyordu anlamamıştım ve telefon numaramı nereden bulmuştu çok merak ediyordum.
"Neden buluşmamız lazım?" Tuttuğum nefesle beraber mesajı da yollamıştım. Çok sürmeden de cevap gelmişti.
"Nedenini sorma, gelince anlatırım. Yorma beni adresini ver gelip alıyım seni. "

Konuşması bile diktatörlük içeriyordu. Gitmeli miydim bilmiyorum. Bir yanım git, bir yanım gitme diyordu.
Bende git diyen yanımı dinledim.
"....................... Adresim bu."
Evet, adresimi de vermiştim. Bunun geri dönüşü yoktu.
"Tamam, geliyorum."
Mükemmel geliyordu! Bir daha onu görecek olmamdan dolayı aptal bir telaşa düşmüştüm.
Masaya koyduğum tepsiyi alıp mutfağa geçtim. Makineye kirlileri yerleştirdikten sonrada işim bitmişti.
Babaannemle dedemi kontrol etmeye gittiğimde ise odalarında uyuyorlardı. Babaannem dedemin göğüsünde uyumuştu. Evlenince ve ya yaşlanınca aşk biter diyenlere bu tabloyu göstermek lazımdı. Ölüm bile ayıramayacağı bir aşkları vardı. Zaten babaannemle dedem birbirlerini severek evlenmişler. Leyla ile Mecnun yada Ferhat ile Şirin gibi olmasa da aşkları, aşktı işte herkese farklı vururdu. Ne zaman ve kime olacağı hiç belli olmazdı. Tabi bunları hiç aşık olmayan ben diyordum.
Hemen odama çıkıp hazırlandım. Altıma siyah kotumu onun üzerine de bordo renk sade tişörtümü giydim. Saçımıda sıkı bir at kuyruğu yaptıktan sonra işim bitmişti. Çardağa çıkıp beklemeye başladım. Bekledikçe heyecanımda artıyordu. Bir daha onun yüzünü görmek, hele o kapkara siyah gözlerine bakmak, içim ürpermişti birden. O kadar derin ve güzel bakıyordu ki. Gözlerine baktıkça sanki insanı içine çekiyordu.
Saatime baktığımda tam yarım saattir beklediğimi gördüm. Acaba gelmeyecek miydi?
Tam gelmeyeceğini düşünürken uzaktan tekerlek sesi duydum. Sonra bir aracın kapının önündeki farlarını gördüm. Motor sesi dinmişti. Demek ki bu gelen oydu. Demir kapıyı açtığımda karşımda beyaz büyük bir Jeep vardı. Gecenin karanlığında ışık gibi parlıyordu araç. Ben durmuş öylece bakarken şoför kapısı açıldı ve içinden o çıktı. Nasıl anlatabilirdim bilmiyorum o kadar hoş gözüküyordu ki. Üzerini süzdüğümde şaşkınlığımı gizleyemedim. Çünkü aynı tişörtten o da giymişti. Altında ise kot pantolonu vardı. Dışardan biri bize baksa sevgili zannedebilirdi çünkü aynı giyinmiştik. Bu kadar tesadüfte fazlaydı. Araçtan uzaklaşıp beni süzdüğünde ufak bir seğirme belirdi dudaklarında. Şuan bu kıyafetleri giydiğime lanet okudum. Ama artık geçti.
"Kıyafetlerin hoşmuş." dedi.
"Senin de öyle." dedim, kafamla üstünü işaret edip.
"Hadi gidiyoruz." dedi. Arkasını dönüp arabaya doğru yürümeye başlamıştı.
"Hey. Nereye?"
"Soru sorma. Bin şu arabaya."
Mecbur kabul edip arabaya ilerlemeye başladım. Ön kapıyı açıp içeri oturdum. Kapıyı alışkanlık olarak sert çekip kapatınca aklıma Beyzanın kapı takıntısı gelince gülmeden edemedim.
"Garip takıntıların mı var?"
Sol taraftan gelen sesle ona döndüğümde oda arabayı çalıştırmakla meşguldu. Dediği şeyden hiçbir şey anlamamıştım.
"Anlamadım."
"Kapıyı diyorum. Sert kapatınca güldün. Psikopat mısın kızım sen ?"
"Aynen, aynen." deyip bu sefer sesli güldüm. Kendimi tutamıyordum. Bu çok komik geliyordu bana. Sonra onun bakışlarına gördüğümde utanıp sustum ve başımı cam tarafına çevirdim.
O da bir şey demeden arabayı çalıştırdı. Şuan nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra araç durduğunda bizim eve çokta uzak olmayan sahildeydik. O arabadan inince bende inip ona doğru döndüğümde o da arabayı uzaktan kumandayla kilitleyip sahilin kenarındaki banka doğru ilerledi. Bende arkasından onu takip ettim. Bankın bir köşesine ben bir köşesine o oturmuştu. Aramızdaki mesafeye bir kişi daha oturabilirdi. Bir şey söylemeden denizi izlemeye başladı. Bende kafamı çevirip bu akşamın karanlığında rengi siyah gibi gözüken denizi izlemeye başladım. Ne o konuştu ne ben. Aslında ben ilk onun konuşmasını bekliyordum ama o konuşmayınca da ağzımı açmadım. Böylece on dakika kadar denizi izledik. Sonunda yüzünü denizden çevirmeyip konuşmaya başladı.
"Ne ben seni tanıyorum nede sen beni. İsimlerimizi dahi bilmiyoruz. Ama böylesi daha iyi galiba. Seni buraya çağırdım çünkü bir özür borçlu olduğumu hissettim ve de konuşacak birine ihtiyacım vardı..."

YAĞMUR DAMLASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin