***Bazen diyorum ki, Ne olacak söyle gitsin. Sonra diyorum ki, Söyleyince ne olacak? – Sus bitsin***
------------------------------------------------------------------------------------------------
-- Medya da Alya'nın işe giderken giydiği kıyafet--
Sabah uyandığımda okulun cuma günü olduğunu fark ettim. İşte bir haftanın daha sonuna geliyorduk... Ne kadar olmuştu? Altı buçuk yıl mı? Yedi yıl mı? Artık sayamıyorum ki... Artık içimde yaşayamıyordum ki... Sanki, sanki her şey içimde o kadar uzun yıldır birikmişti ki birden patlayacaktım. Geçip karşısına '' Bir kere bile fark etmedin değil mi ? Kaç yıldır seviyorum, gerekirse takip ediyorum ama fark etmiyorsun değil mi? '' diye bağırıp, kırıp dökesim geliyor. Ama sadece geliyor işte o kadar. Sonra gündelik hayatıma geri dönüp yavaş yavaş okula yürürken buluyorum kendimi. Okulda her zaman ki gibi bir kaç kişi haricinde boş sayılırdı. Görevliler bahçedeki çiçeklerle ilgileniyordu. Çiçekler benimde ilgi alanıma girdiği için bazen öğle aralarında Cansel'le çiçeklerin oraya gidip onlarla ilgileniyordum. Bu yüzden görevlilerin çoğuyla tanışmış ve samimi olmuştuk. Bu arada Cansel demişken... Acaba nerededir? Biraz konuşmalı mıydım acaba? Yani bir yalan söylemiş olabilir. Evet! Söyledi de! Benim nefret ettiğimi bile bile üstelik. Ama kendisi de gelip açıklama yapma gereksiniminde, gelip durumu düzeltme ihtiyacı hissetmedi sonuçta. Belki de bir gerekçesi vardır ve bunu bana söyleyemiyordur. Sonuçta ben de anlayışlı bir arkadaş olmam gerekir. Bu yüzden olayın her tarafından bakıyorum. Belki bugün biraz konuşmalıyız.
Şu an 4. derse girmiştik fakat ben her teneffüs de kapının önüne çıkmama rağmen Arda'yı hiç görmemiştim. Sabah okula girerken de görmemiştim. Belki bir sorun çıkmıştır ve okula gelmemiştir kim bilir. Belki hasta olmuştur. Sonuçta dün yağmur yağıyordu ve soğuktu. Böyle düşünürken bir yandan da çizim yapmıştım. Sadece bir çift göz çizmiştim. Masmavi... Arda'nın ki gibi... İnsanların dillere destan olan, anlata anlata bitiremedikleri cenneti; Sen nasıl bir çift göze sığdırabildin ki ? Tüm düşüncelerimden arınıp kafamı kaldırdım ve derse odaklanmaya çalıştım. Ne kadar yapabilirsem artık...
Öğle arasında kantinden kahve ve bisküvi alıp arka bahçede ki çimenlerin üzerine oturdum. Arka bahçede genellikle pek kimseyi görmezdiniz. Bir kaç tane sevgili belki bir iki tane de dedikodu yapmak için gelen kızlar. Bir de ben... Duvara yaslanıp kahvemi yudumladım. Çimenlerle uğraşıyor, bulduğum bir kaç tane papatyayı topluyordum. Ne kadar da güzellerdi. Seviyor, sevmiyor yapsa mıydım? Sonucu değişecek miydi? Seviyor çıksaydı sevecek miydi? Kaderimi kendim çizebilir miydim? Yoksa kaderden öteye yol yok muydu? Papatyaların yapraklarını tek tek koparttım. Bazen seviyor çıktı, bazen sevmiyor. Oysa ki cevap gayet açık bir şekilde ortadaydı. Ve papatyalar vardır birde bayım... Kimileri gülen suratlara taç olurken kimileri de '' Seviyor, Sevmiyor '' diyerek üstüne basılıp ölüme mahkum edilirler. Bayanlar da böyledir bayım, kimileri tıka basa sevgiye bulanırken, kimisi buz tutmuş yüreklerine anılar doldururlar... Bahçe de hiç kimsenin kalmadığını fark ettiğimde kahvenin bardağını avucumda buruşturup çöp kovasına atıp sınıfa doğru çıktım. Ders resimdi.Sınıfa çıkıp yarım kalan resmimi alıp, resim atölyesine ilerledim. Yarım kalan yerleri de boyayarak tamamladım. Geriye kalan iki dersimiz de bedendi. Zil çaldıktan sonra soyunma odasına ilerleyip taytımı üzerine de mavi tişörtümü giyip kapalı spor salonuna ilerledim. Kapalı spor salonunun ön tarafında voleybol sahası arka tarafta ise basketbol sahası vardı. Basketbol sahası şu an boştu fakat bir kaç kişi voleybol oynuyordu. Beden hocası yeni değişmişti. Uzun boylu, kumral bir bayan hoca gelmişti. Ellerini birbirine vurup, sahada yankılanan bir sesle tüm sınıfı voleybol çizgisinde toplamıştı. Kendisini tanıtmak amaçla bir konuşma yaparken kızlar dedikodusu yapıyor erkeklerse yalnızca inceliyordu. Bense tüm sınıfı inceliyordum. Yoklamayı alıp kendini tanıtmaya başladı;