Yirmi sekiz yaşında kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan bir kadın için yaşam kolay değildi elbette, Lucy'nin çevresinde ki ruh hastaları ise bu durumu daha da zorlaştırıyordu.
'Evrakları götürmeyi unutma' Kendine gelen postaya bakıyor, sürekli işin getirdiği bunaltı ile iç çekiyordu Lucy. Bu işe başlayalı yaklaşık altı ay olmuştu, çoğu şeye adapte olmuştu. Aldığı görevlerin zorluğuyla alakalı bir bunaltı değildi, bu daha çok işveren ile işçi arasında bulunan bir gerginlikti. Şirketin yayım departmanında çalışan birisiydi ve altı ay geçmesine rağmen insanlar tarafından hala eziliyordu. Stajyer kavramı ne kadar da kötüydü öyle, bir üst mertebeye çıksa bile hala aynı gözle bakıyorlardı Lucy'e, tanrı biliyordu ki onunda dalga geçen ve anlamsız görevleri ona yıkan üstlerini elinde olsa bir karış suda boğardı.
Yazıcıya gönderdiği belgelerin çıkmasını beklerken kafasını geriye doğru atmış, iş yoğunluğunun baskısı altında kendini camdan izliyordu. Güzeldi, genç değildi ama güzeldi. Bazen lise sevgililerinin birisiyle kaçmış olmayı ve bu işlere hiç girmemiş olmayı diliyordu. Çocukluğundan beri ailesi tarafından hep en iyisi olmak için yetiştirilmiş, hep en iyi notları alarak onları gururlandırmıştı. Ama bu iyi yaşama isteği onu küçüklük hayallerinden uzaklaştırmış ve bir robot haline getirmişti. Kasabada büyümüştü, iş içinse yaklaşık bir yıldan beri şehirde yaşıyordu. Üniversite yıllarında sürekli annesinin getirip götürdüğü bu şehir artık onun eviydi.
İlk işinde problem çektiği için ayrılmış, ikinci işinde ise uzaklık problemi çekmişti, üçüncü işi ise... Böyle gidiyordu bu liste. Eh geçmiş -bu konuda- geçmişte kalmıştı ve önündeki işe bakmalıydı.
Aklının köşesinde evden çalışma izni alma vardı. Kasabaya geri dönüp annesi ile yaşamak istiyordu, annesini tek başına bıraktığı için aklına geldiği her an içinde huzursuzluk oluşuyordu. Kasaba ve sakinlik iyiydi ama kötü olan tek yanı dedikoducu orta yaştaki insanlardı. Sürekli kafasının etini yiyorlardı, dünyanın neresine giderse gitsin, bu insanlarla karşılaşacağını biliyordu. Evlenecek yaşa geldin cümlesi ve devamında gelen laf kalabalığı... Şehrin tek sevdiği kısım buydu işte, insanlar birbirinin yüzüne bakıp onları tanısa bile bilmiyormuş gibi geçiyordu. Kimsenin hayatına kimse burnunu sokmuyordu çünkü şehrin hızına yetişmek için enerjini başka şeylere harcaman gerekiyordu.
Makinenin ötmesi ile çıkan kağıtları eline aldı, yüzüne son bir kez daha camda baktıktan sonra topuklu ayakkabıların sesi ile bulunduğu masadan kalktı. Asıl sıkıntılı kısmı Lucy şimdi anlatacaktı. Altı aydan beri onu yiyip bitiren şeyi.
Asansöre bindi,
ve ta-da.
Kurucuya her zaman açıklama yapması gerekiyordu, rapor vermek sıkıntı değildi onun için. Açıkçası kurucu diye hitap ettiği şirketin sahibinin bu düzende sadece oturup diğer insanların çalışmasını beklemesi ve çalışanların parasını yemesi gerektiğini düşünüyordu Lucy, ama bu adam işleri yakından takip ediyordu.
Sütü dökülmüş bir kedi edasıyla "Müsait mi?" Dedi Lyon'a karşı. Kendisi kapı görevlisi gibiydi ya da sekreter, bazen de bir arkadaş. Kurucu ile olan ilişkisini tam olarak bilmiyordu ama kurucunun yüzünün gülmediği ve uzaktan bakıldığında mafya gibi durmasının sonucu olarak Lyon'un yürekli bir adam olduğunu düşünmüştü. Sahiden, adamı kaç kere ziyaret etmişti ama bir kere gülerken görmemiş, bazen samimi bazen ciddi bir şekilde iş konuşmuşlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Touch Me [Nalu]
FanfictionHayatı boyunca hep en iyisi olmaya kendini adamış Lucy yeni işinden gayet memnundu, bir kaç sorun dışında. Bu sorunların en büyüğü ise sürekli onu odasına çağırıp özel rapor isteyen patronu bay Dragneel'dır. Patronunun kendisine özel bir ilgisi oldu...