Ω " I " Ω

55 1 1
                                    

"Ceren, ya bir bakar mısın? Şu soruyu çözemedim de." diye seslenen Berkay'a dönüp "Geliyorum!" diye bağırdım.

Yine bir sınav haftasındaydık ve yine bizim kafede toplanmış sınıfın yarısıyla birlikte ders çalışıyorduk. Ah pardon, ben onlara anlamadıkları yerleri anlatıyordum. Herşeyi bildiğimden değildi elbette, derslerimi derste dinleyip günlük tekrarlarımı yaptığım içindi.

Berkay'ın yanına gidip daha önce benzerlerini defalarca kez sorduğu sorunun cevabını nasıl bulması gerektiğini bir kez daha anlattım.

Lise üçüncü sınıftım, Muhasebe ve Finansman okuyordum. Kasım ayının sonlarındaydık ve her yıl Kasım ayının son haftasında ilk sınavlarımız başlar. Üç yıldır her sınav haftasında buraya gelir ve kafenin bir kısmını resmen işgal ederdik.

Kafenin sahibi Ekrem amca ya da benim tabirimle Eko, bizi sever ve bu duruma ses çıkarmazdı. Kendisi orta yaşlı, tam kafa dengi bir insandı. Bu yaşına kadar istediği bir çok şeyi yapmış, hiç evlenmemiş ve hâlâ evlenmeyi düşünmüyormuş.

Telefonumun zil sesi kulağıma geldiğinde sesin nereden geldiğini algılamam biraz uzun sürdü. Arkamı döndüğümde Deniz'in elinde telefonumla birlikte bana sırıtarak baktığını görünce yanına gidip elinden almaya çalıştım.

O ise telefonumu daha da yukarıya kaldırdı. Telefonumun ekranına bakıp kaşlarını çattı ve bana dönüp "Pınar neden seni arıyor? Burada değil mi?" diye sordu.

"Üzerini değiştirmeye gitti. Artık telefonumu geri alabilir miyim?" dediğimde elindekini geri verdi.

Yeşil tuşu kaydırıp aramayı cevapladığımda ben daha birşey diyemeden telefonu suratıma kapattı. Deniz cevap beklercesine bana bakarken "Kapattı." dedim.

"Neyse sen onu boşver de hadi ders çalışalım." diyip kolumdan çekmeye çalıştığında kolumu sertçe elinden kurtardım.

Ne oluyor gibisinden bir bakış atınca "Sabahtan beri nerdesiniz siz? Bugün ders günü olduğunu biliyorsunuz. Saat iki buçukta gelip benden size ders çalıştırmamı isteyemezsiniz. Gidin kiminle, nerede, nasıl çalışıyorsanız çalışın. Umrumda değil!" diye hızlıca bir çırpıda bağırdım.

Deniz "Saat iki Ceren." diyerek benimle dalga geçince "Bak bide nasıl utanmadan söylüyor. Hem Berke nerde?" diye azarladım.

"Bir nefes al şişko ya, buradayım işte." diyerek kapıdan içeri girdi Berke.

"Bana şişko deme!" diye dişlerimi sıkarak söylendim. Kilomla ilgili bir sorunum yoktu. Ama Berke'nin özellikle ben sinirliyken benimle dalga geçmesine daha da sinir oluyordum. Yoksa ben çoğu zaman göbeğini çocuğu gibi seven bir insandım.

Deniz ve Berke en yakın erkek arkadaşlarımdı. Pınar ve Ecem'de en yakın kız arkadaşlarımdı. Aslında arkadaş kelimesi aramızdaki bağa bir nevi hakaret bile sayılabilirdi.

Hepimiz kocaman bir ailenin üyeleriydik. Çünkü ailelerimizde çok uzun zamandır birbirleriyle yakınlarmış. Yani bizden bile eski bir tarihe falan dayanıyor herhalde. Muhtemelen aramızdaki bağ da ailelerimizden kaynaklı.

"Ama böyle tıslayınca çok tatlı oluyorsun Güzelim." diyerek saçlarımı karıştırdı Berke. Ben koluna vurup saçımı düzeltirken Deniz, "Hadi ama Ceren. Sen bize kıyamazsın ki." diyerek sırıttı.

Haklıydı. Kıyamazdım. Ama bunu onlara itiraf etmeyecektim. "Bir şartla. Akşam oyun oynamak yerine oturup ders çalışacaksınız." dedim.

Deniz gözlerini devirirken Berke "Off yine mi aynı şart. Hep aynı şeyi yapıyorsun." diye sitem etti.

Umudumun NotalarıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin