Esin'le Batu'yu yolcu edeli 10 gün oldu.
2 hafta bizimleydiler. Önce Londra'yı gezdik sonra da önceden ucuza kapadığımız biletlerle Barcelona'ya gittik. 3 gün orda kaldık. Onları da ordan bindirdik, Londra'ya geri dönmek için bilet almak istemedik.
Gezme tozma hepsi hoştu ama onlar geldiğinde de gittiğinde de aklımda tek bir şey vardı, tek bir şey var.
Ömür tam bir aydır bana mail atmayı kesti.
Açmasam da her gün ondan bir mail geldiğini görmek nedense içimi rahatlatıyordu. Şimdi bir yanım eksik kaldı, kendimden nefret ediyorum böyle hissetiğim için ama öyle.
Esin'ler geldiğinde de onca ettiğimiz sohbet sırasında gözlerimden bu soru akıyordu. Esin'le ilk başbaşa kaldığımızda da "Ömür'den bahsetmemi istemediğin sürece bahsetmeyeceğim. Ama bildiğim şeyler var." dedi.
İçimdeki savaş da başlamış oldu. Öğrenmeli miyim, öğrenmemeli mi? Kalbimi kırar mı, kalbim daha ne kadar kırılabilir ki?
Öğrenmemeyi seçtim. Gülümsedim, Esin'e o gelene kadarki maceralarımı, takıldığım erkekleri anlattım. Kahkaha atarak dinledi.
"Kızım sen resmen çapkın olmuşsun."
Gözlerimde heyecan belirdi. "Olmuşum di mi!"
Esin gülerek suratımı avuçladı. "Serseri" diye mırıldandı.
Tabi ben de boş durmadım. Abimle arasında ne olup bittiğini hemen sordum. Yüzünden bir gölge gelip geçti.
"Net bir şey yok. Bazen sürekli peşimde, bazen ortada yok. Bazen çok istiyorum birlikte olalım, bazen kızıyorum olmasın istiyorum." Kaşlarımı kaldırdım. "Ee sonuç?"
Omuzlarını silkti. "Valla güzel bebeğim sonuç monuç yok. Bir şeyler oluyor falan ama unutuyorum. Demek ki önemli değiller. Sonuç, şu an sevgili falan değiliz. Sürekli çekiyoruz birbirimizi ama net bir karar veremiyoruz ikimiz de. Zor insanlarız biz."
Gözlerimi devirdim. "Aman kolayını da gördüm ben."
Olayın tek yüzü yetmedi bana, başka bir zamanda da Batu'yu yalnız kıstırdım.
"Hişt bir dursana Batu. Bir şey soracağım sana." Durup bana boş boş baktı. "Sor."
"Esin'le aranızda ne var?" Şaşırmış gibi bir hal aldı suratı. "Hiç?" Kendimi tutamayıp omzuna bir tane tokat patlattım. Şap diye ses çıktı. "Ah napıyorsun hayvan!"
Salona geçtim, yerde oturan Esin'in kulağına eğildim, "Bu adamla zaman kaybetme," dedim. Gülümsedi.
***
Dün okul çıkışı Erdem aradı. 'Haluk ve Greta'yla evin karşı sokağındaki pub'dayız, eve gitme yanımıza gel' dedi.
Bu kadar zamandır aile gibi olduk, evet ekibin İngiliz kısmıyla bile.
Ben de teklifi ikiletmedim, pub'dan içeri girip sağa sola bakındım. Haluk'un yüzünü görünce gülümseyip yanlarına yürümeye başladım. Ama dört kişilerdi. Haluk'la Greta yanyanaydı, önlerindeyse tekinin Erdem olduğunu bildiğim iki kişi oturuyordu. Erdem olmayan çocuğunsa koyu hafif dalgalı saçları, çok düzgün bir sırtı ensesi vardı. Hani arkadan bakılınca bile yakışıklı olan adamlar vardır ya. Onlardan. Yanlarına gidince güldüm, selam verdim. Çocuğa baktığımda gülüyordu. Arkadan görünüşünün hakkını verecek kadar yakışıklıydı, gülüşünü görünce İngiliz olduğuna emin oldum. O kadar zamandır iç içe olunca birinin gözlerine bakınca anlıyorum Türk olup olmadığını.
Ya da ben öyle sanıyordum.
Çocuğun yakışıklılığını görünce dayanamayıp gülerek Haluk'la Erdem'e bakıp "Yeni mal düşmüş." dedim. İkisinin de gözleri utanç ve acıyla kapandı. Haluk benden tarafa bakmayarak eliyle çocuğu gösterdi. "Zeynep bu Kerim. Kerim Zeynep."
Donakaldım.
"Kerim, Türk manasında Kerim mi?"
Erdem sinirle bana baktı. "Yok Burkina Faso manasında Kerim." Sesi beni azarlamak üzere daha da yükseldi. Tabi ben o arada vakit kaybetmeden kıpkırmızı oldum. "Ayrıca ben sana küfürü argoyu bırakacaksın demedim mi? Haldun Dormen gibi gezeceksin etrafta anlıyor musun beni? Kurtulman lazım şu pis ağızlılıktan, eve böyle deforme yollayamam seni."
Benim kulaklarımda sirenler öttüğünden algılayamadım bile dediklerini. Türk Kerim'e döndüm. "Çok pardon. Ne desem boş." Gülerek elini uzattı. "Önemli değil olur öyle. Memnun oldum." Kendi elimi uzatmadım, geri çektim "Elim terledi benim utançtan, hiç tutmayayım seninkini."
Kenara sandalye çekmek üzere ortamdan tüyüp 5 dakika içinde kendime gelip geri döndüm.
Haliyle bir süre sessiz kaldım. Haluk bir süre geçince bana dönüp güldü. "Ne oldu sustun sen bir?" Sinirle dişlerimi gösterdim. Gözlerini kaçırdı. "Yapma şöyle iyice çirkin oluyorsun." Dilimi çıkardım.
Üç biradan sonra çenem açıldı. Batu'nun sevgililerine aynı yerde randevu vermemden okulun öğrenci kayıtlarının olduğu dolabı dağıtıp toplarken de öğrencilerden tekinin kaşını yarmama kadar her şeyi anlattım. Eve nasıl geldiğimi hatırlamıyorum bile. Sabah, yani bu sabah oluyor, kafa bir dünya, yattığım kıyafetlerim ve akmış maskaramla uyandım. Cazalak saçlarıma ve suratıma şok olarak baktıktan sonra kendimi banyoya attım. Yüzümü gözümü temizledim, pijamalarımı giyindim. Ben 12'de kaltığım için Erdem kalktığımda yoktu. Her cumartesi iki saat yürümezse içi rahat etmiyor, maraton koşacak sanki. Geldiğinde kanepedeydim, dolaptan su alıp yanıma oturdu.
"Erdem git yıkan öyle otur. Pis pis oturma şurda." Bana bir bakış attı.
"Pis sensin esas kızım. Dün seni eve zar zor getirdim karşı sokaktan." Endişeyle Erdem'e döndüm. "Ya dün çok mu rezil oldum ben?" Kaşlarını kaldırdı. "Valla en son sokakta dans etmeye çalışıyordun. Üç erkek zor zaptettik seni." Gözlerim dehşetle açıldı. "ÜÇ MÜ?"
Kafasını salladı. "Evet Kerim de vardı."
Koltuğun üstünde ayağa kalktım. "Ya Erdem bari ona rezil olmasaydım." Gülerek bana baktı. "Üzülcek bir şey yok kızım. Rezil olabilirsin Kerim'e gönül rahatlığıyla, olmasan da sana bakmazdı. Senin liginde değil o çocuk." Elime geçirdiğim kırlent tipi sert yastığı şiddetle kafasına attım. "Sıçarım ha ligine." Erdem sinirle ayağa kalktı. "Kızım doğru konuşacaksın demedim mi ben? Nerde benim kırmızı biberim?"
Arkasından sinirle bakarken gitti ciddi ciddi biber alıp önüme dikildi. "Aç ağzını." Erdem'e boş boş baktım. "Salak mısın?"
"Hadi aç aç aç! Lafa tutma beni." Kollarımı tutup zorla ağzıma dökmeye çalıştı. "Erdem ERDEEEM! Saçmalama!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kime Ne 2: Masumiyetin Sonu
Literatura FemininaBen 'kalbimi kırdın' dedim, sen 'büyüdük'.