Mart bittiğinde babam ve John balıklar hakkında bir konuya dalmışken ,ben balıklarımızı diğer şehirlere götürüp satan adamlar dışında kimsenin geçmediği o sokaklara ,geride kalanların geçmişiyle yüzleşmeye korktuğu o terk edilmiş şehrimize gittim. Bazı sokaklardan geçerken zihnimdeki tablolar canlanıyordu .Bombalar patlıyor, çocuklar ağlıyor, insanlar kaçıyordu sonra bir anda her şey bitiyordu kimse kalmıyordu. Büyük bir umutla gittiğim onca yolun sonunda aradığımı bulmuştum ,duvarları yıkılmış camları tuzla buz olmuş olsada hala yerin altındaki odası sapasağlam duran o sanat dükkanına girdim. Ben çocukken ve bu şehir hala ışıl ışılken burası kocaman bir yerdi. Camlarında çeşitli müzik aletleri asılı dururdu, içeri girip merdivenlerden inerdiniz bir mahzen gibiydi ürkütücüydü ama ben burayı severdim, parşömen ve cila kokardı annem bazen abimle bizi buraya getirirdi ,sahibi arkadaşıydı ve onlar muhabbet ederken biz abimle hiç bilediğimiz halde bir şeyler çalıp sanki çok güzel çalıyormuş gibi birbirimizi alkışlardık ,savaştan sonra arada bir buraya gelirdim.Burası anılarımı taze tutmamı sağlayan rutubetli, dağınık ve gizli bir evdi benim için. Bende o bildiğim merdivenlerden inmiş ve amacıma ulaşmıştım,hala boyalar,tuvaller ,fırçalar duruyordu çoğu yerdeydi ,bazı tuvaller yırtılmıştı ama hala oradaydılar işte. Sanki hiçbir silah burayı yok edemezmiş gibi, sihirli bir alanmış gibi hissederdim her seferinde yine öyle hissetmiştim. Onun da bu alanı görmesini istedim, burası kendim dışında kimseyle paylaşamadığım bir yerdi ve onunla paylaşmak istiyordum. Bu yer gizliydi ve o bilse bile gizli kalabilirmiş gibi hissediyordum.
3 nisan pazar sabahı daha güneş yeni yeni doğarken Johnu uyandırmıştım babamın geç uyanacağını biliyordum çünkü pazarların tembellik etmek için mükemmel gün olduğuna inanırdı. Johnu uyandırdığımda şaşkınca bana bakmıştı onunla hikaye gecelerine dönen çalışma geceleri dışında ve mecburi olmayan bir şekilde iletişim kurmuyordum. Mutlu olduğu o günlerdeki gibi gözleri ışıldamıştı, uykusunda darmadağın olmuş siyah saçları nedense kusursuz görünüyordu sanki onun güzel görünmesini hiçbir şey etkileyemezmiş gibi ."Sana bir süprizim var" diye fısıldadığımda bir çocuğun heyecanı ve merakıyla hızla kalkmış ve hazırlanmıştı. Yürüdüğümüz yol boyunca istemsizce sızlanması dışında her şey güzeldi, gözlerinden uyku akıyordu ve sanki bıraksam yere yatıp uyuyacakmış gibiydi. Bir bakıma ona işkence ettiğimi hissettim ama sonunda göreceği şeyin onu mutlu edeceğine emindim o da ne kadar yorgun olsa bile yüzündeki heyecanın ve mutlululuğun bir an bile silinmesine izin vermemişti. Onun bu yönünü her zaman sevdim ne hissettiğini anlasanız bile o size yalan söylemeye devam ediyor bu kötü bir şey gibi gözükebilir ama değil. Üzüldüğünde çok üzgün bile gözükse siz üzülmeyin diye mutluymuş gibi davranıyor bunu sırf sizin için yapıyor. Sanki siz onun mutsuz olduğunu görmüyormuşsunuz gibi o gülmeye devam ediyor. Sizin de onun için üzülmenize izin vermiyor. Onun her zamana bir kahraman olduğunu düşünmüşümdür resmini çizdiği o gemici gibi yaşlı, yorgun bir kahraman. her zaman başkalarını mutlu eden,kurtaran ama kurtarılması gerektiğini fark etmeyen, yorulduğunda veya üzüldüğünde birinin onu kurtarabileceğini düşünmeyen bir kahraman. Kahramanların kahramanları olmaz sanıyor ama yanılıyor herkes kurtarılmayı ve bir kahramana sahip olmayı hak eder.
Sonunda şehre vardığımızda etrafı çok dikkatli inceliyordu ilk tanıştığımız gün oturduğumuz taşın önünden geçerken başını eğip saklamaya çalıştığı o minik gülüşü yakalamıştım ama o benimde gülümsediğimi hiç görmedi.Oysa ben ondan daha uzun bir süre gülmüştüm, tıpkı onun o gün bana güldüğü gibi. Dükkana girdiğimizde anlamsızca etrafına bakıyordu kapı olması gereken eşikten atlarken hayali bir kapı çalmıştı ve buna ikimizde gülmüştük sonunda aşağı inince gözlerini kocaman açıp etrafta koşmaya başladı. Boyaları kokluyor, fırçaların uçlarına bakıyor, tuvalleri elliyordu. Odanın içinde dönüp dururken bir melodi tutturmuş ve tuvalleri alıp dans etmişti sonra melodi yavaşça gerçek bir şarkıya döndü "eğer sen olmasan dünyadaki bu renklerin varlığını bilemezdim" diyordu şarkıda. Eski bir şarkıydı belki çocukken radyoda birkaç kez dinlediğim bir şarkı. Bunu nereden bildiğini merak etmiştim ama o an bunu aldırmadım çünkü onu izleyip kahkaha atarken beni belimden çekip onunla dans etmeye zorlamıştı. Dans etmekten hiç anlamasamda onun çocuksu mutluluğuna dahil olmak istedim .Sanki onunla dans edersem onun kadar mutlu olabilirmişim gibi geldi ayrıca belimdeki eli tüm vücudumu ısıtıyordu. Orada dakikalarca dönmüştük tabi ki ikimizinde başı dönüp midesi bulanana kadar, birçok şarkı söylemiştik sonunda durduğumuzda ise hiç beklemeden bana sıkıca sarılmıştı eğer o an bana sarılmasaydı dengemi kaybedip düşerdim diye düşünmüştüm, bu yüzden bende ona olabildiğince sıkı sarıldım. Aylarca bizimle o pasaklı kulübede yaşamış ve her gün denizle uğraşmıştı ama asla kötü kokmazdı, yosun,balık,toz,denizin o tuzlu nemli kendine has kokusu üstüne yapışmazdı o sadece vanilya gibi kokardı. "Çok mutluyum" demişti kulağıma "bunu fark ettim" diye fısıldadım bende
" teşekkürler"
Bunu o kadar çok demişti ki biri bana bir şey söylese cevap olarak teşekkürler diyecektim. Fısıltısı beynime kazınmıştı ve beynimde dönüp duruyordu ama sinirimi bozan bu değildi sinirimi bozan onun sesinin kulaklarımı terk etmesini istememiştim. "Lütfen tanrım sonsuza kadar beynimde dönüp dursun" demiştim. Saatler ilerlemişti orayı terk etmek istemediğini biliyordum saatlerce boyalarla kalemlerle uğraşmıştı etraftaki birkaç kalemi ve defteri cebine atmıştı "burayı nasıl buldun?" "burası nasıl böyle kaldı?" "beni neden getirdin yani sağol ama yapmak zorunda değildin ,bu birinin bana yaptığı en güzel hareketti sana nasıl teşekkür edebilirim ?" gibi sorular sorup durmuştu ama gitmek zorundaydık bu yüzden resim yapacağı zaman buraya gelip malzeme alması hakkında anlaşıp yukarı çıktık.
Merdivenden çıkıp tavan kapağını kapattıktan sonra olduğu yerde durdu ve etrafına baktı, az önceki mutluluğundan eser yoktu sanki dokunsan ağlayacakmış gibi gözüküyordu. Kaşları ağlayan bir köpeğin ki gibi kıvrılmıştı o an orada ağlasa yinede güzelliğinden taviz vermezdi ama ağlamadı, onun yerine sakince bana döndü ve "özür dilerim" dedi. Önce anlamsızca ona bakmıştım sonra ise onun baktığı şeye baktım üstünde bulunduğu kapakta kendi etrafında döndü ve bir kez daha özür diledi. Etrafında çizmeye değer hiçbir şey göremediği için mi özür diliyordu, tüm anılarım yok olduğu için mi yoksa bunu yok edenin onun vatanı olduğu için mi özür diliyordu anlamamıştım ama her halükarda özrünün hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini bilsede ve o bir şey yapmasada çabalamıştı. Bende onu affetmek için çabalamaya söz vermiştim tabi bunu sadece kendime söyledim. O ilerledikten sonra kapağın üstüne ben çıktım ve etrafımda döndüm eskiden tüm gün ortalıkta koşuşturduğumuz o çarşıyı hayal ettim. Ağlamak istemiştim sihirli güçlerim olsun ve her şeyi eski haline getiriyim istemiştim tüm o dükkanları ve evleri eski haline getirmek insanları yerlerine yerleştirmek ve tüm o renkleri geri getirmek istedim ve fark ettim ki şehir artık siyah beyaz bir hal almıştı ve anılarımda siyah beyaz fotoğraflara dönüşüyordu. Yol boyunca kimse konuşmamıştı ,koya vardığımızda babam uyanmış yemleri kavanozlara dolduruyordu John hızla onun yanına gidip yardım etmeye başlamıştı ama ben aklımdan olanları çıkaramıyordum akşam olunca her zamanki gibi çalışma vakti gelmişti o ayaklarını sallandırmış duvar dibinde oturuken sessizce yanına yanaşmış ve oturmuştum ama o fark etmemişti bile hafifçe omzuna dokununca irkilerek bana döndü. "Bu gün senin için çok güzel bir fikrim var ,bir ben bir sen anlatıp kendi hikayemizi yaratacağız" "belki de daha sonra bunu bir kağıda dökmeliyiz bilirsin ileride birilerinin bu hikayeleri anlatması gerek"
O gülmüyordu.
Ben ise buruk gülümsememden çok utancımı saklayamamaktan korkuyordum.
"Baban küçüklüğünden beri güzel hikaye anlattığını söyledi hayal gücün genişmiş" babamla beni konuşması utancımı arttırsada babamın beni övmesi hoşuma gitmişti. "Bence kendi masal kitabını yazmalısın ya da onun gibi bir şeyler" "çok güzel olurdu ama" demiştim ki sözümü yarıda kesip elimdeki büyükçe taşı denize fırlattım. "Sana öğretirim" içimden çığlık atıp ona sarılmak gelmişti ama yapmamıştım sadece durup denize taş atmaya devam ettim. "Bana bir sürü şey öğrettin, hayalini kurduğum şeyi yapmam için bir oda dolusu fırsat verdin. İnan bana birkaç harften fazlasını yapmak için can atıyorum"
Güldüm
Dudaklarımı araladım.
"Teşekkür ederim" demek istedim ama yapmadım sanki ben söylersem çok çirkin bir kelime gibi gelecekti kulağa onun kadar duyulmayacaktı sesim.
Bir taş daha attım denize
"Doğru düzgün konuşamadığın bir dili yazmayı nasıl öğreteceksin"dedim teşekkürler demek yerine. Neden bilmiyorum ama engel olamadığım bir biçimde alaycıydım küçümser gibi bakmıştım . "Harflerimiz neredeyse aynı ve bir sene dilinizi öğrenmek için eğitim gördüm konuşmam iyi olmayabilir karanfilli ama dil bilgim iyidir." İşte o zaman ilk o zaman bana karanfilli demişti. Kulağımdaki büyük karanfili alıp derin bir solukla içine çekmiş ve nazikçe yerine geri koymuştu kucağıma resim malzemelerin durduğu dükkandan aldığı minik kırmızı kapı defteri koydu ve sessizce uzaklaştı.
Defteri açtığımda içinde harfler olduğunu bildiğim semboller vardı. Hepsi onun el yazısıydı tüm gece elimdeki mumla yatağı olan kanepede bir şey anlamadığım sembollere baktım onları çizmek için alıştırmalar yaptım ve onun yanımdaki kanepede uyuyuşunu izledim.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanfilli kız
RomanceSavaş ateşinin düştüğü minik bir koyda düşman diyarlardan bir çocuk ,ailesinin yarısını kaybetmiş taze karanfilleriyle bir kız. Kendini gizleyen bir aşk ,sonsuz fedakarlık ,çok uzun yıllar, yanlış yerde yanlış insanlar Karanfilli kıza "...Her şeye...