Afiyet olsun, iyi günler...
Merhaba, Anka ben. Evet, kuş olan. Bu "Afiyet olsun, iyi günler" de, benim son soru işaretsiz cümlem. Şuan mı? Şuan elimde bi otobüs bileti, hiç bilmediğim küçücük bir kasabaya yola çıkmak üzereyim. Sebebi? Bilmem.. Öğrenmek için gidiyorum. Annemin son nefesini verirken "Onu bul" dediği insanı bulmaya gidiyorum. Ve buna dair elimde sadece bir fotoğraf ve bir ev anahtarı var. Sora sora Bağdat bulunur demişler, bi evi hayli hayli bulurum heralde.-Abla biraz daha öne gidersen..
-Sen de biraz daha yavaş olursan! Tipik otobüs muavini. Hayır sanki yer var da ben gitmiyorum. Zar zor ittire ittire beşinci sıradaki koltuğun yanında ayaktayım. Yolum bir saat falan sürer diye tahmin ediyorum. Ve otobüste toplasan üç kişi kırk beş yaş altında. Etraf tansiyonu düşmeye elverişli insanlarla dolu, ter kokusu da cabası. Artık dayanıcaz, başa gelen çekilir. Ben oflaya puflaya bu cümleleri kafamdan geçirirken, önümde oturanın da kafasına çantamı geçirmiş bulundum ama vallahi yanlışlıkla. "Ağh!" diye hafif acıklı bir ses duydum. Dişlerimi birbirine bastırıp "Hiğğ" diye bir ses de ben çıkardım. Hasar büyük mü diye çantamı önümden aralamamla kaşlarımın havalanması bir oldu. Otobüsün yaş ortalamasını düşüren biri daha. Ama beni şaşırtan bu genç adamın güzelliğinin yaşta değil başta olması. Masmavi gözler, kumral saçlar, çatık kaşlar, güzel, düz bir burun ve hafif kemik surat. Düzgün vücut hatları, özenle yerleştirilmiş ve rahatsız etmeyen kaslar, uzun bacaklar, koyu bir jean üzerine bordo bir t-shirt, birkaç tane ince bileklik ve bir de zinciri görünen ama ucu görünmeyen bir kolye. Ha bir de buna ışığın gayet özenli bir şekilde yüzüne yansımasını ekleyin, şimdi oldu. Bir dakika bir dakika, çatık kaşlar? Az önce kafasına çanta geçirdin Anka !
- Ya çok özür dilerim, kusura bakma...
- Dikkat et!
O kadar iğneleyici ve tıslayarak çıktı ki bu cümle ağzından, sanırsın beton indirdim kafasına. Kafamı ona yaklaştırıp onun ses tonunda ve ağır ağır
"Özür diledim" dedim.
O da mesafeyi biraz daha kapayıp "Ama ben önemli değil demedim" dedi. Bu yakınlık pek hayra alamet değildi, üstelik üç dakikadır tanıştığım bir adam için. Burnumdan soluyarak kafamı çektim ve yolun bir an önce bitmesini diledim. Tabi bu esnada birkaç kere daha çantamla kafasına hafif temaslarda bulunmadım değil. Bazısı kaza kurşunu iken, bazısı tam isabetti. Arada bir tıslayarak tepki verse de, bu durum onu çok da enterese etmedi. Düşünceliydi, mimikleri kendini hemen ele vermiyordu ama. Uzaklara bakıyordu hep. Arada yanındaki teyzenin -kendince- komik esprilerine gergin bir gülüş atıyordu. Bana da iş çıkmıştı işte, bütün yol sıkılmaktansa çocuğun kişiliğine dair analizlar yapmıştım. Ama çok da uzun sürmedi bu analizler, gerçi ne işime yarayacaksa ? İneceğim yeri binmeden şoföre söylediğim için, biraz gittikten sonra şoför bağırdı
- Abla sen burda ineceksin,
diye. Abla genetikti galiba otobüs aleminde. Teşekkür edip aynı itiş kakışı tekrarlayarak otobüsten indim. Ve indiğim gibi derin bir oh çektim, zira ciğerlerim birbirine yapışmıştı otobüste.Arkamı dönmemle kaşlarımı çatmam bir oldu bu sefer. Otobüsten yanlız inmemiştim anlaşılan, o uyuz ve yakışıklı olan kumralı da yanımda indirmiştim. Kolunun altına sırt çantasını sıkıştırmış, düşünceli gözlerle bana bakıyordu.
" Nee ? " dercesine bir bakış attım. Anlamış olacak ki "Ne nee ?" der gibi bir bakışla karşılık verdi o da. Hayır yani böyle nereye kadar, üç kelime sonra anlayamam ben.
- Niye indin arkamdan?
- Pardon?! dedi şaşırmış ve vurdumduymaz tavrıyla
- Gayet iyi anladın bence, ne diye indin peşimden?
- Sanane ?
dedi gayet iplemez bir şekilde. Serseri gibi değildi ama rahat bir tarzı vardı, çekiciydi.
- Ne demek ya sanane?
- Şu demek; sa-na-ne. Hala anlamadıysan harflerine de ayırıyım.
Bak hele yaa! Ukala, hayır bu sakin tavırları iyice sinir ediyor insanı.
-Ayy çok düşüncelisin,
dedim en sevgi yumağı halimle. Yüzünü ekşitip itici bir bakışla yetindi. Bende itişmeyi bırakıp etrafıma bakınca esas problemin ne olduğunu farkettim. Ev. Evet ev. Etrafta tek bir ev dahi yoktu. Bomboştu. Ufak bi tepeyi aşan bir yol vardı o kadar. Sonrası hep ağaçlık. Taksiyi falan geçtim bisiklet, insan falan da, hiçbir şey yoktu etrafta. Ağaçtan başka hiçbir şey yoktu etrafta. Bu endişeli halim yüzüme yansımış olacak ki yan taraftan bir ses duydum
-Yanlış yerde inmedik korkma. Sadece, otobüs kasabaya gitmiyor,
dedi soluk verirken
-Çok sağol, içime su serptin.
Sakin çıkan bu cümlemin ardından öyle bir yükselttim ki sesimi, çocuğun bir anlığına irkildiğine yemin edebilirim.
- Ya sen deli misin nasıl gidicez taa oraya?!
O da aynı şekilde sesini yükselterek
-Sence bu benim umrumda mı? Nasıl gidersen git!
Tamam, huyuna gitmezsem kasabaya da gidemem.
- Ee sen nasıl gideceksin?
Bu cümle azımdan çıkarken de adeta bir Polyanna'ydım ve sesim titremişti .Ve tabiki "Sanane!" diyen bakışlar da hiç gecikmeden yerini bulmuştu. Tamam sustum, sürüye göre hareket edecektim artık. Sürü dediğim de bir kişi. Hayır cidden benim burada ne işim var?! O gidene kadar bekleyeceğiz artık, yürüyererek bitmez çünkü. Elbette bir araç geçer. Değil mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜF(Ara Verildi)
General FictionAynı yere iki farklı bilet, tek otobüs. İki farklı hikaye, iki farklı amaç. Peki ya yolları nasıl kesişecek ? Neler feda edecekler ? Biri için mi, bir hiç için mi ? Değecek mi peki ? Kazanacakları, kaybedeceklerine değecek mi ? Neleri feda edecekler...