Ayağımın yere düşmesiyle uyandım. Günaydın diyemeyeceğim, gün yeni ayıyor daha.Hayır yaa, yerimi yadırgadım uyuyamadım, daha da uyuyamam artık. Bakiyim kaç saatim boşa gidecek? Pozisyonumu koruyup sadece kafamı çevirerek saate bakmaya çalıştım, saat beşe geliyordu. Olsun, dört saat uyku ilk denemeye göre iyi yine. Bozmadığım pozisyonumu dengeleyip acaba tekrar uyur muyum diye düşünüyorum ama nafile. '' Kalk bari elini yüzünü yıka da ne yapacağını düşün. '' dedim kendi kendime. Tuvalete girerken göreceğim manzara için kendimi hazırlamıştım, zira gece makyajımı silmeden yatmıştım. Bakıyım, iyi iyi, hasar çok yok.Zaten pek makyaj yapmam, ara sıra. O da üst kirpik diplerime biraz kalem ve az rimel. Yüzümü yıkadıktan sonra çantamdan makyaj temizleyicimi çıkarıp yüzümü temizledim. Saçlarımı da tarayıp yatağın üzerine oturdum.Yaklaşık iki dakika düşündüğümü sanıp boş boş televizyona doğru dalmışım, farkında değilim. Oksijen lazım. Balkon kapısına doğru yönelince bu da açılmazsa diye korkmadım değil açıkçası. Odam da kumral gibi, arada şaşırtıyor. Kapı hiç zorlanmadan açıldı, üstelik dış taraftaki kolu da rahatça açılıyordu. Balkonda da şezlonga benzeyen bir sandalye ve yanında bahçedeki masalara benzer bir masa vardı. Balkonun altında bahçe vardı galiba, demir parmaklıklarla üzeri kapatılmıştı. Yani bu parmaklıklar yardımıyla yan balkonlara rahatça ulaşılabilirdi. Manzara... Pek bir şey beklemiyordum ama gerçekten güzelmiş. Kasabanın merkezinde olduğumuz için evler ve bir sürü ağaç görünüyordu. Uzaklarda küçük bir gölet, yakınlarda da küçük bir koyun sürüsü görünüyordu. Etraf kuş sesleriyle doluydu. Ve güneşin doğuşu inanılmazdı. Kaçırmak istemiyordum ama susamıştım. Balkon kapısını aralayıp odamın kapısına yöneldim. Kapıyı bir kere kilitledim sanarken, üç kere kilitlemişim. Ee garantici kızım yani normal. Kapıyı biraz yukarı çekip ittirerek açtım. Etrafta kimse yoktu, soluk bir ışık yanıyordu. Sessizce merdivenleri inmeye çalıştım ama sözlüklerine sessizlik kelimesi girmemiş bu kasaba ve bu ev tabiki izin vermedi. Her adımımda bir basamak gıcırdadı. Son basamağa vardığımda amcanın girişteki sandalyelerin üzerine hafif kıvrılır bir şekilde yattığını gördüm. Şimdi ben bu adamı uyandırsam mı, uyandırmasam mı sorunsalı. En iyisi kendi işimi kendim halletmek. Espresso yapmayacağım ya sonuçta, bir bardak su alacağım. Tabi bir de limon bulursam değmeyin keyfime. Ağır ağır mutfağa girdiğimde kesilmeyi bekleyen domates ve salatalıkların olduğunu farkettim. Acıkmıştım, ama bekleyebilirdi. Buzdolabına yöneldim, veee zafer. İki litrelik cam bir şişe içinde soğuk soğuk bana bakıyordu. Üst raftan büyük bir bardak çıkarıp suyu içine boşalttım. Şişeyi buzdolabına koyarken de alttaki sebzelikten bir limon alıp iyice yıkayıp bir dilimini suyun içine attım. Ve bardağı avuçladığım gibi mutfaktan çıktım. Ama bu sefer o kadar şanslı değildim. Amca uyanmış mahmur gözlerle bana bakıyordu. Elimdeki suyu görünce ''Tamam Katya çekilebilirsin...'' gibi bir işaret yaptı eliyle. Dudaklarımı birbirine bastırıp gülmemi engelleyerek odamın yolunu tuttum bende. Merdivenleri aynı gıcırtıyla çıkıp kapıyı aynı ittirmeyle açtım. Kapıya onun dilinden konuşacaktım artık. Saat beşi on iki geçiyordu. Balkonumdaki şezlong çakması şeye oturup elime suyumu aldım.Normalde burada kahve olması gerekir ama aç karına kahve içmem ve sabahın köründe çarpıntı yapar bende. Bir yandan manzarayı izlerken diğer yandan da ne yapacağımı düşünmeye başlamıştım. Kahvaltımı yaptıktan sonra biraz etrafa bakınırım. Şu fotoğraftaki evi bulmam gerekiyordu, zira bulamazsam o anahtar pek de bir işe yaramazdı. Gerçi anahtarın fotoğraftaki eve ait olduğu da meçhul... Ben günümü planlayıp suyumu yudumlarken çoktan sabah olmuş, kuş seslerinin yanını inek sesleri de almıştı. Bardağın son yudumlarını içerken odanın kapısını biri var gücüyle çalıyordu. Ne olduğumu şaşırıp son yudumu boğazıma kaçırınca öksürerek kapıya yöneldim. ''Ne oluyor bee!'' diye bağırdım yürürken. ''Kızımmm, çocuğum noldu kavga mı ettiniz beyinle ?'' diye bir ses geldi. Bu dün bizi arabada soru yağmuruna tutan teyzenin sesiydi. Yanında diğer teyze de vardı, bir şeyler fısıldıyordu. Yok beynim yerinde... ''Yav kadın bir rahat ver yav.'' dedi burdaki amca da ''Hiğğğ, bu kadın bizi evli biliyor ve şuan farklı odalardayız, kahretsin!'' dedim sesimi duymamasına özen göstererek. Arkamı döndüğüm gibi balkona fırladım.Elim ayağıma dolaştı, ne yapacağımı şaşırdım.Demir parmaklıklar! Evet demir parmaklıklar! Düşmemek için dua ede ede balkonun korkuluğunu aşıp parmaklıkların üzerine çıktım. Ellerim terlemişti stresten.Kumralın balkondan içeri atladığım gibi kapının koluna yapıştım. Kapı dış taraftan da açıldığı için hiç zorlamadan açtım, artık kapı kollarıyla barışmıştım, gelin sarılalım. İçeri bir adım atmamla kendimi frenlemem ve ellerimin havada asılı kalması bir oldu. Yüzüme gelen saçları gözümün önünden çekerken gördüğüm manzara karşısında ben şok. Kumral üstü çıplak bir şekilde yüzüstü yatmış, örtü boxerının üzerinden kaymış ve yere ilişmişti. İdrak edemediniz herhalde, üstü çıplaktı diyorum. Güneş sağ koluna ve vücudunun bir kısmına vuruyordu. Adam uyurken bile ışığı muazzam ayarlayabiliyordu hayret... Kolunun alt tarafında dövme vardı, iki dize halinde bir şey yazıyordu. Ve sanki şuan etraftan pembe dumanlar eşliğinde dünyanın en romantik müziği çalıyordu. Uyurken,konuşamazken, savunmasızken çok tatlı durduğunu farkettim. Ben çocuktan gözlerimi alamazken teyze benim odanın kapısına bir hamlede daha bulundu. Haliyle pembe dumanlar kara duman halinde odayı terketti. Hareketlenip odanın kapısına koştum, ve hızlı bir hamleyle kapıyı açtım. Tabi benim yan odadan çıkmamı bekleyen meraklı suratlar farklı kapıda görünce en az benim az önceki halim kadar şok oldular. Bense nefesimi düzene sokmaya çalışırken kapının önüne geçip içeri görüş alanlarını engelledim.Yani içerdeki tablo malum, Monalisa yanında Cin Ali kalıyor... ''Eea hani bunlar aynı odada yaa..'' dedi teyze amcaya. ''Yav canım gece farklı oda aldılar ne bileyim!'' dedi amca da, utanmıştı biraz. Arkadaş bu nasıl bir dedikodu takımıdır ya ? Durun Bismillah daha yeni sabah oldu... ''Şey... Akşam bizim aramız bozuktu da biraz, gece barıştık..'' dedim. Kısık gözlerle ve ağır ağır konuşmuştum, kelimelerin aralarına saniyeler koyup düşünmeye vakit bulmaya çalışarak... ''Eee, sabah sabah bu ziyaret ?'' dedim bugünkü cevabını en merak edebileceğim soruyu sorarak. '' Misafirsiniz diye kahvaltıya börek, pişi falan yapıp getirdiydik, ee İhsan da onlar farklı odalara gitti deyince bir üzüldük açıkçası..'' dedi teyze, kelimeleri ağzında yuvarlayıp bitişik çıkartıyordu. İç sesim '' Canım size ne? Karı koca arasında olur böyle şeyler...'' derken dış sesim yapmacık bir gülümseme ve cık cıklar eşliğinde '' Yok canımmm... '' dedi. Ne karı kocası be ?! Teyzeler amcayla birbirlerine '' Tabi canımm...'' bakışı atarken derin bir soluk verdim bende. Ben hallettim derken, felaketin en seksi haliyle arkamda durduğunu ve doğal olarak uyanma ihtimalini unuttum tabi. Burada kıyamet koptu da kumral bey uyanmadı, şimdi uyanası tuttu. O yatağın üzerinde hareketlenip gerinirken ben de dua ediyordum buraya gelmesin diye, ama boşa kürek çektim yani adamın odasındayız nasıl gelmesin? Dualarım hatim olarak tamamlanırken kumralın dal gibi vücuduyla yataktan kalkmasıyla ve seksi bir sesle '' Bölüyorum ama odamda ne işiniz var ?'' demesiyle bütün bakışlar ona çevrildi. Ama bence sorusundan çok, birinci sebepti bizi ona çeviren... Kafalar dönünce, ee odanın kapısı ve balkonun kapısı da açık olunca ufak bir cereyan eşliğinde saçlarımız ve kıyafetlerimiz havalanarak tam bir klip edasında, ona oracıkta aşık oldum... Şaka şaka, ama etkilenmedim değil ha... Bu salak bakışlı halimden kurtulup durumun ciddiyetinin farkına vardım ve herhalde o rüzgarlı sahne hiç yaşanmadı. Kumral haklı bir şekilde sorusuna yanıt beklerken teyzeler "Abovv..!" , " Tövbe estağfirullah..." lar eşliğinde gözlerini kaçırmaya çalışsalar da kumralın vücudu adeta " Aa kızlar nereye daha karpuz kesecektik " der gibi bakıyordu... Kumralın alt dudağını ısırıp ellerini beline yerleştirmesi sinirlenmeye başladığının habercisiydi, sol kolunun orda bi kas seyirmişti bununla beraber. "Hadi kızım, yapabilirsin!" dedim kendi kendime, derin bir nefes alıp başladım cümleme, artık olacaklardan ben sorumlu değilim diyeceğim, tam da ben sorumluyum. ''Şey hayatım, dün biz farklı odalar alınca kasabaya dert olmuş da, bi yoklamaya gelmişler.'' dedim imalı bir şekilde. Kumral burnunu kısıp dilini ağzında yuvarlarken dün söylediğimiz yalanı sürdüğümü anlamış olacak ki ''Hıı, gece barıştık, çok merak ediyorsanız nasıl barıştığımızı da anlatalım..'' dedi
Efendim? Herhalde misafirlerimiz biran önce odadan çıksınlar diye böyle söylemişti. Çünkü bende birazdan içinde bulunduğum bir barışma sahnesini dinleyebilirdim, mazallah... Teyzeler kumralın bu lafının üzerine mahcup bir halde "Tamam o zaman sonra şey yaparız. " bakışları atarak uzaklaştılar. Derin bir oh çekerek kapıyı kapattım. Gözlerimi son on dakikayı silmek istercesine yumup sırtımı kapıya yasladım. Ve gözlerimi açıp kumralın keskin bakışlarıyla göz göze gelince bu on dakikanın hayatımdaki en leş on dakika arasında ilk beşe girdiğine kanaat getirdim. Yapmacık bi tebessümle suçumu hafifletmeyi umarak söyleyeceklerimi toparlamaya çalışıyordum. Balkondan dolaşıp odaya nasıl sızdığımla başlayabilirdim mesela. Ay ya da yok, sapık olduğumu falan düşünebilir ki bence haklı da. Ben her zamanki gibi düşüncelere dalmış bir haldeyken
''Şimdi kendine anlattıklarını bir de bana anlat istersen. ''dedi. Hiçbir şey de kaçmıyordu kumraldan. Heralde mimiklerim kendini hemen ele veriyordu.
''Şimdi şöyle oldu, ben balkonda kuşlarla ineklerle gayet motive bir sabaha uyanmaya çalışırken bir anda odamın kapısı yumruklanmaya başlandı..'' ..... İşte bende senin balkondan odana girdim...''.. Sonuç olarak da taze barışmış bir çifti oynuyoruz.'' dedim. Ben olanları uzun uzun anlatırken bana sık sık "Evet sadede gel." gibi şeyler söyledi, ara ara da düşünceli görünüyordu, kafasında bir şeyler kuruyormuş gibi. Ayrıntıları anlatmadan asla!
Açıklamam bittiğinde o yatağında oturur pozisyona geçmişti, ben de kapının yanındaki ufak koltukta hafif balkona dönük oturuyordum. Olabildiğince ona dönmemeye çalışıyordum, zira kasları ve etkileyici vücudu çok fena dikkatimi dağıtıyordu. Bu tavrımın sebebini anlamamasını dileyerek bitse de gitsek moduna geçmiştim. Ve bu sırada bana savurduğu cümle "Ğöğh artık deve..." dememe sebep olmuştu.
''Şanslısın, giyinik yattığım gecelerden birine denk gelmişsin, yoksa eminim ki balkondan atlamıştın..'' dedi gayet vurdumduymaz bir biçimde.
''Giyinik halin buysa..'' dedim kendi kendime.
''Neyse ne, asıl konuya gelelim, an itibariyle boşandık.''
''Ha!? ''
''Şu evlilik zırvalığı, bitti.Zaten niye böyle bir yalan söylediğini de anlamadım. ''
''Duymadın mı teyzelerin söylediklerini, bekar gezsen dert, sevgilinle gezsen dert. Dikkat çekmemem, tepki almamam gerekiyor. ''
''Niye hırsız mısın, ya da katil? ''
"Hırsız ve katil" kelimelerini söylemesi benim kanımın donmasına sebep olurken o bunları " Manav ve kuruyemişçi " rahatlığıyla söylemişti. Hayırdır bu soğuk kanlılık nerden geliyor?
''Saçmalama, elime tabanca alamam. Birini arıyorum. Ya sen? ''
dedim kaçamak cevaplar verirken. Onun cevap vermeyeceğini düşünerek.
''Katil olmaya..'' dedi çarpık bir gülümsemeyle. İlk kez gülerken görmüştüm onu, inanılmazdı. Kumralın gülüşünü görünce insanın istemsizce gülesi geliyordu, bu gülüş tehlikeliydi ama değişik bir şey vardı gülüşünde.
Gülüşünü bir kenara bırakıp dediğine odaklandığımda cevabım
''Dalga geçme ! '' olmuştu.
O ise her zamanki düşünceli tavrını takınarak diliyle ağzında daireler çizer gibi yapıyordu, kaşları hafif çatıktı.
''Proje. Anket yapmam gerekiyor bu kasabadakilerle.'' diye cevap verince boş bulunup yüksek bir kahkaha attım.
''Hocanız çok iyi biliyormuş kime ne proje vereceğini, dedim. Ne de iyi yapar ya bu kumral anketi, ikinci soruda boğazlar insanları. Acaba bu yüzden mi katil demişti? Bence ben fazla uzattım bu katil işini, şakaydı işte...
Ben cümlemi bitirince kumral yine"Dünyanın en gereksiz insanısın" bakışlarıyla yetindi. Bu bakışları bana çok gereksizmişim gibi hissettiriyordu gerçekten, ne vardı biraz yumuşak baksa? Ha!? Yumuşak ve kumral, daha neler?!
''Çıkacak mısın artık odadan? ''
dediğinde çoktan ayaklanmış kapının yolunu tutmuştum. Bu kısa yolculukta az önceki sohbetimizi kafamdan geçirirken cin fikirli halim bir anda adım atmamı engelledi ve yavaşça kumrala dönüp
''Yanına bir anket arkadaşı ister misin, üstelik sadece bir sorusu olacak?
dedim, bu ikimizin işine de yarayabilirdi. Düz ve net bir sesle"Hayır!" dedi. Anka pes eder mi peki? Asla!
''Bir düşünmeden hemen kalemi kırdın sende. Bak şimdi, eğer anketi beraber yaparsak ben aradığımı bulurum, senin de projen hazır olur. Teklifimi kabul edersen cevapları da ben yazarım. Ve de dikkat çekmemiş oluruz, iki taraf da kazanır.''dedim ve "Anlaştık?!" anlamında elimi tokalaşmak için ona uzattım. Biraz düşündükten sonra hak vermiş olacak ki elimi sıkıp '' Aşkımlı kocacımlı konuşmuyorsun, yanımda yatamazsın ve aradığını çabuk bul. Çok vaktim yok.''dedi, yüzünü ekşiterek. Bende gözlerimi kapayıp ufak bir tebessümle kafamı sallayarak söylediklerini onayladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TESADÜF(Ara Verildi)
General FictionAynı yere iki farklı bilet, tek otobüs. İki farklı hikaye, iki farklı amaç. Peki ya yolları nasıl kesişecek ? Neler feda edecekler ? Biri için mi, bir hiç için mi ? Değecek mi peki ? Kazanacakları, kaybedeceklerine değecek mi ? Neleri feda edecekler...