Bölüm 4-Her türlü dürtüne talibim..

69 6 4
                                    

Kapının kolunu tuttuğumda birinin de benim kolumu tutmasıyla yerimden sıçramam bir oldu. Kalbim ağzımdan çıkacak gibiydi, dönüp kim olduğuna bakmaya korkuyordum. Evin sahibiyse ya, kızarsa ? Kendimi hazırlayıp yavaşça arkamı döndüm. Ve karşımda gördüğüm manzarayla şaşakaldım.

Uyuz kumralın dudaklarını birbirine bastırıp gülmesini engellemeye çalışır ve oldukça eğlenir halde bana baktığını gördüm. "Ya!" diye bir nidayla kolumu ondan kurtarıp göğsünü yumruklamaya başladım. "Gıcık mısın sen ya, ölüyordum korkudan, niye sessiz sessiz giriyorsun,hem beni nerden buldun !?" diye bir çırpıda söylenirken ben onu yumruklamaya çalışıyordum, o da yumruklarımı tutmaya çalışıyordu. En son bileklerimi yakalayıp yavaşça sıktığında etkisiz hale geldim. " Girdiğin bakkalın o taraftaydım..." "Hıı beni görünce de sapıklığın tuttu takip edesin geldi!" deyip tekrar hareketlendiğimde bileklerimi daha sıkı kavrayıp artık hiçbir hareketime imkan vermez bir şekilde beni kendine doğru çektiğinde vücutlarımız birbirine yaslandı. Gözlerim öfke ve şaşkınlıkla karışık büyürken " Seni gördüğümde sapıklığa dair dürtülerim oralı bile olmuyor, merak etme." dedi rahat ve kendinden emin bir şekilde. "Hıı ben sapıklığa dair dürtülerini dürtebilecek biri değilim yani !?" dediğimde benim bile gülesim gelmişti. Dürtüyü dürtmek ne ya?  Kumralın da dişlerini sıkıp gülmesini engellediğini farkedebiliyordum, rezil olmuştum. Ama bu yakınlık beyin hücrelerimin bir kısmının mayışmasını sağladığından, aklı selim düşünemiyordum. Bu benim suçum değil ki, lanet olasıca hormonlarımın! Bu saçma cümleme cevap vermediği için çizilen karizmamı düzeltmek adına tıslayarak "İsabet, çünkü öyle biri olsaydım kendimden nefret ederdim!" diye gözlerimi gözlerine dikip tekditkar bir şekilde yüzümü onun yüzüne yaklaştırmıştım. Bu hareketi istemsizce yapmıştım ama utanmama sebep olmuştu, çok fazlaydı bu yakınlık. Gözlerinin koyu mavisi genişlerken "Bence şuan yalan söylüyorsun " dediğinde muzip bir tebessüm fırlamıştı dudaklarından. İçimdeki kız salak bir şekilde "Ayyy yalan tabi, her türlü dürtüne talibim.." derken dışım " Kelimesi kelimesine doğru !" diye tısladı. Son cümlemde beklemediği bir hamleyle elinden kurtulup bileklerimi sıvazladım. O da 'Eminim öyledir' bakışı ve gülüşüyle birkaç adım gerileyip kollarını göğsünde bağladı. Ona itici bakışlar atıp kapıyı açmak için önüme döndüğümde az önce içimde oluşan garip hissin ne olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ona bir şeyler hissettirebilecek biri değildim anlaşılan. Bu beni üzmüş müydü? Galiba evet. Bu beni neden üzüyordu peki? Farklı bir şeyler vardı içimde ona dair.İlk kez böyle farklı hissetmiştim. Daha önce bir iki tane erkek arkadaşım olmuştu ama hiç böyle bir şey hissettirmemişlerdi. Düşünün, bu adam bir de erkek arkadaşım değilken böyle hissettiriyordu. "Büyük mü hissediyorsun küçük mü ?" diye sorduğunda boş bulunup "Büyük.." dedim sessizce. Sanki düşüncelerimi duymuş da cevap vermişti, şaşkınlıkla ona döndüğümde ne saçlamaladığımı anlamaya çalışır gibi" Açacak mısın, bekleyecek miyiz daha?" dedi kaşlarını kaldırırken. "Haa.." diye kafamı sallayarak önüme döndüğümde beni duymamış olmasına sevinmiştim. Kapıyı açtığımda bizi bir yatak odası karşılamıştı. Az önceki diyaloğumuzun üzerine yatak odası tam denk gelmişti. Düşüncelerimi susturup içeri girdiğimde sol tarafımda büyük, cevizden yapılma bir dolap vardı. Onun önünde yere yakın bir yatak, karşısında yine büyük bir makyaj masası, masanın üzerinde üç parfüm, tek tük makyaj malzemesi, birkaç fular ve iki tane de taç vardı. Taçlardan biri çiçekli, diğeri de kırmızı kurdaleliydi. Yatağın iki yanında da komodin vardı, üzerlerinde antikaya çalan ve muhtemelen çalışmayan abajurler vardı.Bir de balkona çıkan bir kapı vardı yatağın sağ tarafında. İçerisi naftalin ve rutubet kokuyordu. Biraz da leylak kokusu vardı.Birkaç adımda yatağa ulaşıp komodinlerden birini açtım. Üç çekmeceden en baştakini açtığımda tapuya benzer evraklar gördüm. Biraz karıştırıp bir şey anlamayınca yerine koyup ortadaki çekmeceyi açtım. Beş tane fotoğraf gördüm, yanında da bir defter. Defterin içinde kuru bir gülden başka bir şey yoktu. Fotoğrafları elime alıp incelemeye başlamadan da kumralın kapının pervazına yaslanmış dikkatle odayı ve ara ara da beni süzdüğünü farkettim. Bakışlarımı kaçırıp dikkatimi fotoğraflara verdim. İlk fotoğrafta küçük bir kız çocuğu ve önünde de koca bir çikolatalı pasta vardı. Kız çocuğu bu evin salonundaki koltuklardan birinde oturuyordu. Fotoğrafın sol tarafında da altın künyeli bir kol vardı. Kadın olduğunu tahmin ettiğim kişi diğer koltuktan kadraja sığamamıştı malesef. Fotoğrafın arkasını çevirdiğimde "Çiçeğimin ilk yaş günü..." yazıyordu. Sonraki fotoğrafta az önceki kız çocuğu üç tekerlekli bir bisiklete biniyordu. Kameraya var gücüyle sırıtmıştı, çok mutlu olduğu belliydi."Sana benziyor." diyerek bir anda arkamda beliren kumral irkilmeme sebep olmuştu. "Çocukken hiç buradaki kız kadar güldüğümü hatırlamıyorum." diye cevap verdiğimde sanki beni duymamış gibi "Yüzü.." diyerek eliyle çenemi kavrayıp yüzümü kendine doğru çevirdi. Hiç acele etmeden fotoğraftaki kızla beni karşılaştırdı, burunlarımızı, dudaklarımızı, yanaklarımızı... Sıra gözlere gelince fotoğraftan kafasını çevirip gözlerime baktı. Uzun uzun baktı, hatta gözümün içindeki her çizgiyi özenle incelediğine yemin edebilirim. Bakarken daha net görmek istermişçesine gözlerini kısarak "Çok benziyor.." dedi fısıldar gibi. Gözleri sanki benim gözlerimi içine almak için mücadele verir gibiydi, ya da benim gözlerim onunkilerin içine girmek için can atar gibiydi. Gözlerimi kırpıştırıp çenesini elinden kurtardığımda "Bilmem, ben benzetemedim." dedim dudak bükerek. Hızlıca fotoğrafın arkasını çevirdim, bir şey yazmadığını görünce de diğer fotoğrafa geçtim. Gün batımını izleyen, kameraya sırtlarını dönmüş bir çift vardı bu fotoğrafta. Yanlarında da o küçük kız, bir elinde balon, diğer eliyle bir yeri işaret ediyordu. Bu fotoğrafın arkasında da bir şey yazmıyordu. Sonraki fotoğrafta yine aynı küçük kız çocuğu vardı. Bu evin önündeki masanın üzerine oturtulmuştu, elinde çiçekli bir bardaktaki limonatasıyla. Küçük kızın dudakları o şeklini almış, çeken kişi de fotoğrafın altından elini kıza doğru uzatmıştı. Herhalde fotoğrafı çekerken kız bir şeyler söylemeye başlamış, o da kızı susturmaya ve hareket etmemesi gerektiğini söylemeye çalışıyormuş. Fotoğrafı çevirdiğimde "Çiçeğimle, 3 Mayıs 1995" yazıyordu. Bu bendeki fotoğrafta yazan tarihti. Diğer fotoğrafa geçtiğimde fotoğraf yine evin önündeki aynı yerden çekilmişti. Turkuvaz elbiseli, uzun boylu, kahve, dalgalı saçlı bir kadın elinin biriyle kapının kolundan tutmuş, diğerini de dans eder gibi havaya kaldırmıştı. Kafasını çevirirken fotoğraf çekildiği için yüzünün görünen kısmını saçları kapamıştı, bu yüzden de yüzü pek seçilmiyordu. Fotoğrafın arkasında da "Elif boylum, 3 Mayıs 1995" yazıyordu.  Kimdi bu insanlar? Annemin bu çiftle ne bağı vardı?
Kemal, bu fotoğrafları çeken kişi miydi acaba? Aradığım kişinin babamla ilgili birileri olduğunu sanıyordum, demek annemle ilgililer.. Kafam yine bir sürü cevapsız soruyla dolarken kumralın "Fotoğraftakiler... Tanıyor musun? " sorusuyla kafamdakilerden sıyrıldım. 'Hayır.' anlamında yavaşça kafamı salladım. Fotoğrafları yerine koyarken, annemin anlattığı anılarımız geçti kafamdan bir bir. Ama buraya, bu insanlara dair tek bir cümle yoktu. Komodinin son çekmecesini açtığımda iki tane bebek patiği ve bir tane de bebek yeleği buldum. Çok güzellerdi... Çekmeceden çıkarmadan, elimi üzerlerinde gezdirdim, gözlerimi kapatıp, sadece yumuşaklıklarını hissetmek istedim. Bu gerçekten zorlu bir yolculuk olacaktı... Hele bunca sorunun arasında... Kafamı çevirip kumrala ifadesiz bir suratla bakarken onun da aynı suratla bana baktığını gördüm. "Neden bu kadar etkilendin?" dedi, açıkçası bu soruyu beklemiyordum, yüzümü ifadesiz tuttuğumu sanıyordum. Önüme dönerek "Benim, çocukluğuma dair pek bir şeyim yok. Ne bir yelek, ne bir patik. Ne bir fotoğraf, ne de bana 'Bak fotoğrafını çekiyorum düzgün dur.' diyen bir baba.. Sadece annem ve ben" dediğimde boğazımın acıyla düğümlendiğini hissettim. O bütün üzerini kapadığım hüzünlerimin yutkunduğumda, aslında hepsinin boğazımdaki düğümde olduğunu hissettim. Sanki etimi biri çimdikliyor gibiydi. Sanki midem kavruluyordu. Bu sırada sırtımda kumralın elini hissettim. Dokunduğu yer an itibariyle vücudumdaki en sıcak yer olmuştu. Kafamı ona çevirmemeye gayret ettim, ellerimi iki yanımdan yatağa sabitleyip örtüyü sıkmakla yetindim. " Benim de bir patiğim, yeleğim, düzgün dur diyen bir babam olmadı.." dediğinde kumralın ses tonundaki acı farkedilecek kadar çoktu. Bana ilk defa duvarlarını indirmişti. Geçen gece balkondayken de yakın hissetmiştim, ama bu seferki başkaydı. Uyuz bir kumral gibi değil de, anlayışlı bir Yiğit gibiydi daha çok. Kafamı yavaşça kaldırıp ona döndürdüğümde gözlerinin biraz dolduğunu gördüm. Canı yanıyordu, onu böyle görmek de -neden bilmiyorum- benim canımı yakmıştı. Benim de gözlerim dolduğunda bakışlarını benden kaçırdı. Elini hızlıca sırtımdan çekip yatağın diğer tarafına dolandı. Sırtını sırtıma çevirip arkama oturdu ve komodinin çekmecelerini karıştırmaya başladı. Ama beş saniye çekmeceyi karıştırıyorsa, on beş saniye boş boş oturuyordu, tıpkı şuan yaptığım gibi. İkimiz de bomboş gözlerle önümüze bakıyorduk. Yaralıydım, yaralıydık.. Belki benden daha çok yaralıydı. Belki babasını hiç görmemişti? Merakıma yeni düşüp "Ailen?" dedim, soru sorar bir tonda. Sanki beni hiç duymamış gibi " Şu kutuda işine yarayacak bir şeyler olabilir.." dedi, sorduğum sorunun üzerinde fazla durmayacaktım, yarasını didiklemek istemiyordum daha fazla, belliydi, yarası da fazlaydı, derindi. Ayağa kalkıp yatağın diğer tarafına dolandım. Yanına oturup işaret ettiği kutuyu almak için uzandığımda kafam kafasının önündeydi. Sol yanağıma çarpan sıcak nefesi gözlerimin kapanmasına neden olmuştu. Nefesi derinleşip dayanılmaz bir hal almaya başlarken kafamı ondan zar zor uzaklaştırıp kutuyu aldığım gibi kucağıma yerleştirdim. Kumralın bir an afalladığını hissettim. Önüme gelen saçlarımı geriye itip kutuyu açtığımda içinde sadece ' H ' harfinin olduğu bir künye vardı. Kumral başka bir şey olmadığını görünce diğer çekmeceyi açtı. O, çekmecelere bakınırken bende künyede başka bir şey yazılı mı diye bakıyordum. Kumral "Annenin ismi Nevra mı? " diye sordu. "Hayır, Buket. Niye?" derken elindekilere indi bakışlarım. Elinde belkide on taneden fazla mektup vardı. Hepsinin de zarfında ' Nevra'ma..' yazıyordu. Kumral aralarından bir tanesini açmak için hareketlendiğinde elini tutup "Hayır.." dedim kesin bir dille. Kaşlarını çatarak "Belki aradığın burd.." dediğinde cümlesini bitirmesine izin vermeden " Belli ki adam karısına yazmış, özel olabilir, açmayalım.." dediğimde sıkılgan ama daha çok anlayışla kafasını salladı. Bir müddet öyle kalsak da , istemeyerek elimi elinden çektim. Yanından kalktığımda kutuyu çekmeceye koyup o da kalktı benimle. Odadan çıkarken garip bir şey kaplamıştı içimi. Bu ev bana yabancı hissettirmiyordu. Bu koltuklar, bu pencereler... Sanki hepsinde bir anım, bir parçam var gibiydi. Bu hissin nedenini gerçekten anlayamıyordum, çünkü bütün bebekliğim, çocukluğum, genç kızlığım İzmir'de geçmişti diye biliyorum. Ama ya burası? 

TESADÜF(Ara Verildi)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin