Bölüm 3

124 45 12
                                    


John'un bisikletinin arkasına oturup, kollarımı beline doladım. Kendisi tam bir trafik canavarı olduğu için her yere en hızlı giden o olurdu. İstikamet benim evimdi ama arabamı alıp çıkacağımız için, evi toplayıp toplamadığım konusundaki endişelerimi kenara ittim. Evet yalnız yaşıyordum hem çalışıp hem burslu okuduğum için bir şekilde kendime yetiyordum, okul taksitlerini zor biriktirsem de arkadaşlarım hep destek oluyordu bana.

Okulun dar sokağından çıkıp, vizir vizir arabaların su gibi aktığı yola çıkınca bir elimi John'un belinden kurtararak rüzgârın dağıttığı saclarımı geriye doğru ittim. Bilal tam yanımızda bitti yine.

"ssssst kızıl alınmadın değil mi söylediklerime?"

"Bilal ne istiyorsun benden? Benim gibi garibanla senin derdin ne?" Yine saçmalıyordum. Bilal'le ne zaman konuşsam hep saçmalıyordum zaten. Yanaklarımın kızardığını bile bile konuşmaya devam etti.

"Ne isteyeceğim kızım senin gibi cüceden. Yine de bir öpücük fena olmazdı. Az önce duşundum de" Hayvan kelimesi daha önce kullanılmamış olsaydı Bilal'in üzerine şıp diye otururdu. Bu çocuk Okuz 'un sözlükteki anlamının yerini almalıydı.

"Düşünme sen Bilal. Sen düşününce ayılar düşünebiliyor muymuş diye sabahlıyorum ben. Sen düşünme" çarpık çarpık gülümsedikten sonra. John ile yarışmaya tutuştular ve ben yaptıkları deliliklerin keyfini çıkarırken eve varmıştık bile.

3 katli bu binanın zemin katında oturuyordum. Çantamdan anahtarı bulup kapiyi açtım ve çantamı içeri fırlattım. Dar koridordan geçip mutfağa girdiğimde, kedim ezo çoktan çıplak bileklerime sürtünmeye başlamıştı bile. Mamasını mama kabına koyarken kucağıma atladı. Kulaklarının tam ortasına bir öpücük kondururken.

"Merak etme erken geleceğim" diye fısıldadım.

Ayağa kalkıp buzdolabına yöneldim ve altılı bir bira kutusunu elime aldım. Madem ot içmeyecektim alkol kullanabilirdim. Dışarıya çıkıp kapiyi kilitledikten sonra, arkadaşlarıma dondum herkes bisikletlerini kilitlemişti bile. Elimde altılı bira kutusunu görünce kollarını havaya kaldırıp "Kraliçemiz" dediler hep bir ağızdan. Bizim grupta birayı kim getirirse kral veya kraliçe olurdu.

1969 model Volkswagen mini karavanım hemen kapımın önündeydi zaten. Bu arabayı çok ucuza bulmuştuk çalıştırması biraz zor olsa da geriye kalan her şey tıkır tıkır isliyordu.

İçine binip kapımı kapadım yolcu koltuğunun kilidini açtım ve beklemeye başladım Sadi atlayıp yanıma otururken diğerleri de arkaya geçtiler. Arka koltukların bir tanesi çıkarılmış olduğu için ortada büyük bir alan bos kalıyordu. Arabada uyuduğum günlerde orda yatıyordum eskiden.

Herkesin arabaya bindiğinden emin olduğumda çalıştırmak için anahtarı cevirdim. Tabi ki çalışmadı. Bizim grup bu manzaraya o kadar aşinaydı ki kimse umursamamıştı. İkinci ve üçüncü kez de hüsrana uğradım. Dördüncü kez denediğimde arabanın güçlü sesi bizim sevinç çığlıklarımızı bile bastırmaya yetmişti. Arabanın motoru arkada olduğu için. Arkada konuşanlar genelde birbirlerinin söylediklerini duymakta güçlük çekerdi.

Deniz kenarına vardığımızda kumsala en yakın yere park ettiğim arabam kumda hiç zorluk çıkarmamıştı bana. Sadi ile ben arkaya geçerken biralar açılmaya başlanmıştı bile. Açtığım buz gibi biradan bir yudum aldıktan sonra zaten aç olduğum için yanarak mideme inen tadın keyfini çıkardım.

Bilal ileriye doğru yürüyüp bir telefon görüşmesi yaptıktan sonra geri dondu. John benden istediği sigaranın yârisini büyük tütün kâğıdına boşaltırken, sarilmiş almadığının farkındaydım. Kendisi saracaktı ve kalın dudakları her seferinde kâğıdı fazla ıslatıyordu. Cebinden çıkardığı küçük poşeti havada sallayıp bize gösterirken ben hariç herkes kollarını bir kez daha kaldırıp "Hurra!" Diye bağırınca deniz kenarında koşu yapan bir adamın bakışlarına maruz kaldık. Beril donup dil çıkarmasaydı adamın kafasını önüne döneceği yoktu. Koltukların arasından eğilip teybimdeki en son şarkinin devam etmesi için play tuşuna bastım. Hakan Tunçbilek-vesaire diyordu. Sadi bas parmağını havaya kaldırarak bana göz kırptı. Bilal'in bakışlarını da üzerimde yakalayıp ona baktığımda, popoma bakıp oda ayni işareti yapıyordu.

Kızararak olduğum yerden doğruldum yavaşça yanına gidip omzuna yumruk atmakla yetindim. Beni kollarımın altından tutup kaldırarak koltuğa oturttu ve sırıttı. Ben şaşkın şaşkın bakarken diğerleri çoktan başlamışlardı bile.

Poşetten çıkarılan kuru yeşil otu, yuvarlak ve üstünde Bob Marley'inin olduğu kutunun içine koyan Sadi. Nazik bir şekilde kutunun altından ve üstünden tutarak, zıt taraflara çevirmeye başladı. Bu makine otun küçük parçalara ayrılmasına yardımcı oluyordu. Otu çıkarıp filtresini ve tütünün yarisini koyduğu kâğıda boşaltan Sadi'nin sabırsızlandığı her hareketinden belliydi. Kâğıdı ustaca çeviren John kâğıdı yalamam için iki elini sanki "al sana çiçek aldım diyen ormantık bir adam gibi" bana uzattı. Kıkırdayıp kâğıdı yaladım ve birbirine yapıştırdım. Bunu yaptıklarını defalarca kez görmüştüm ve bana öğretmek konusunda o kadar ısrarcılardı ki içmesem bile sarmak konusunda usta olmuştum. Uzun bir honi seklini alan sigarayı filtresi aşağıya gelecek şekilde avcuma vurdum ve tütünü sıkılaştırdım. Açık kalan ucu lahana sarmasının yanlarını kapatır gibi kapatıp. Sigarayı sabırsızlanan Sadi'ye uzattım.

Birazdan olacakların hayatimi değiştireceğini nerden bilebilirdim? 

XY+XY=ASKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin