Tüm eşyaları arabaya yerleştirip Mersin'e doğru yola çıktık. Rana dikiz aynasından ikide bir beni kontrol ediyordu (evet arka koltuğa oturdum yaylana yaylana yatabilmek için) ona bakmıyordum ama bana baktığını görebiliyordum. O kadından nefret etmeliydim ama olmuyordu. Nefret etmeme fırsat bile vermiyordu. Her zayıf düştüğüm an bana kendi gücünü veriyordu. Napıp edip beni ayakta tutuyordu.
Gözlerimi araladığımda hava tamamen karamıştı. Halen yoldaydık. Hangi ara uyumuştum la? Kafamı cama yaslayıp yıldızları seyretmeye başladım. Dünya gittikçe kararıyordu ama bunun geceyle bir alakası yoktu. Korkuyordum. Çok korkuyordum. Bu yüzden içimdeki gerçek Yağmur'un suratına maske takmıştım ve onu farklı biri olarak tanıtmıştım. Düşmekten değil yıkıntılarımı yine tek başıma toplamaktan korkuyordum. Ama artık korkmuyorum, artık hiçbir şey umrumda değildi, artık içimdeki Yağmuru saklamak istemiyorum. Onu ortaya çıkarmak istiyorum. Galiba geç kalmıştım. İçimdeki o küçük Yağmur buza bürünmüştü ve ona ulaşmak artık imkansız gibi görünüyordu. Göz kapaklarımın ağırlaştığını hissettim. Direnecek gücüm artık yoktu ve ben de pes ettim. Uykunun beni almasına izin verdim.
Arabanın ani freniyle önümdeki koltuğa yapışarak uyandım. "Sanada günaydın Rana!" kızgın ve her kelimeye vurgu yaparak söylemiştim. "Özür dilerim" ah gerçekten mi diyesim geldi ama diyemedim. Uğraşmak istemedim herhalde. Gün doğmuştu etrafıma bakındım. Sol tarafımda deniz vardı. Rana arkaya dönüp "Geldik" dedi "Gerçekten mi bende çiş molası için durduk sanıyordum." beni duydu ama cevap verme zahmetinden bulunmadı. Gözlerimi devirip arabadan indim, bavullarımı alıp evin kapısının önünde durdum. Rana beni fark eder etmez koşarak gelip kapıyı açtı. "İstediğin odayı seç" dedi. Ona cevap vermeden içeri girdim mutfakla salon birleşikti (Amerikan mutfak) salon ise kocamandı. Görünüşe göre Rana eşyalı ev almıştı. Bavullarımı merdivenlerden yukarı taşıdım ve denizi en iyi gören odayı seçtim. Odamı içinde küçük bir kapı daha vardı. Sanırım Kiler gibi bir şeydi. Bavullarımı açtım ve yere döktüm hepsini. Birisinin de şık topuklu ayakkabılarım. Diğerinde elbiselerim, abiyelerim. Ötekisinde eteklerim, bluzlerim bir başka bavulumda makyaj malzemelerim, İstanbul'a ait fotoğraflarım vardı. Ve geriye kalan son iki bavulumda ise gerçek Yağmur saklıydı. Ödüllerim, kitaplarım, kupalarım, başarı belgelerim, giymediğim tişörtlerim, pantolonlarım, berelerim, spor ayakkabılarım... beni ben yapan her şey vardı. Artık ben olma vaktiydi. Son iki bavulum hariç diğer tüm eşyalarımı odamın içindeki kiler gibi olan küçük kapının arkasına gizledim. Küçük kapının yanında yere düşmüş olabileceğini tahmin ettiğim bir anahtar vardı. O kapının anahtarıydı. Geçmişimi gizlediğim o kapıyı kitledim. Boynumdaki kolyeyi çıkardım, ucunda altın bir kalp vardı Furkan hediye etmişti. Kolyenin ucunu çıkartıp pencereden fırlattım. Zincire o anahtarı takıp boynuma geri astım. İşte şimdi gerçek beni ortaya çıkarmaya hazırdım.
Odamdaki yerleştirme işi bitince siyah dar paça pantolonumun üzerine gri kaplan desenli tişörtümü giydim ve merdivenlerden aşağıya indim "Rana ben sahile iniyorum" sanki 'gel beraber inek hatçii' demişim gibi bana bakıyordu. Sanırım kıyafetim ve yüzümde bir tek makyaj olmamasından kaynaklanıyordu bu bakışı.
Sahile vardığımde etrafıma bakındım kimsecikler yoktu. Herhalde saatin altı olmasından kaynaklanıyordu. Deniz sakin ve huzurluydu. Derin bir nefes aldım. Kollarımı iki yana açtım ve gözlerimi kapadım. Kendimi okyanusun ortasında hayal ettim. Denizin üstünde yürüdüğümü...
Bu bana huzur veriyordu. Bu ban-
Kafama yediğim bir darbeyle cumburlob denizin içine düşmüştüm. Gözlerim irileşmişti. Buz gibi suyu götümde hissediyordum. Ah benim bahsız popişim. Hemen kendimi toparladım hangi budala bomboş sahilde tam kafama top atabilmiştiki. Allah'tan telefon kuma düşmüş diyemeden üzerinden bir dalga geçti aha tam burama saplandı o dalga tam sol yanıma. Hemen telefonumu ve bana çarpan topuda aldım elime. Tam o sırada boyu zürafa misalı uzun bir çocuk bana doğru koşuyordu. Yanıma varınca "iyimisin? Çok özür-" lafını ağzına tıkayıp konuşmaya başladım "Hayır değilim efendim. Manyakmısın oğlum sen ? Koca boş sahilde ata ata benim kafama mı attın topu, benim kafam hedef tahtası mı? hayır yani özellikle mi benim başıma geliyor böyle olaylar? Yani resmen Yağmur gel ağzıma sıç diyorsunuz." Çocuk şaşkın maymun gibi bana bakakaldı. Ardından yüzüme sevimli bir gülümseme takındım ve "Topunu mu istiyorsun?" diye sordum "E-evet " demesi üzerine iki adım geri yürüdüm topu havaya atıp denize doğru mütüşlü bir şut çektim. "O zaman git ve al!" arkamı dönüp eve doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Sonuçta resmen çocuğa meydan okumuştum. Şimdi gelip kolumdan tutup 'sen hayırdır' diye kafayı gömse düpedüz sıçtım yani.Eve varınca Rana'nın bana verdiği anahtarla kapıyı açtım. İçeri girer girmez yanımda bitti. "Okul işin bir hafta gecikti. Dahada geç kalma diye hemen hallettim. Koleje gitmek istemediğini biliyorum ama şunun şurasında bir sene kalmış idare et sen olmaz mı?" kolejden nefret ederdim ama idare etmekten başka çarem yoktu. "Fark etmez" demem üzerine Rana şaşırmışti. "Şey bide okul hakkında bir kaç kural var akşam yemeğinde anlatırım. Bide okul Forman yatağının üzerinde." (Sanki kendi okula gidicek heycana bak be Rana'daki) cevap vermeden odama çıktım. Kıyafetlerimin ıslandığını fark etmemesi iyi olmuştu soru bombardımanından kurtulmuştum. Hemen bir duş aldım ve rahat bi şeyler giydim. Yatağımın üstünde duran okul formama baktım. Koyu lacivert etek, kravat, ceket ve beyaz gömlek.(Multideki okul forması) Herhalde okul müdürünün laciverte takıntısı vardı. Katalogda gördüğüm kadarıyla okulda da koyu lacivert detaylar vardı.
Akşam yemeğinde Rana okul hakkında bilgi vermek amaçlı bir ton vıdı vıdı yaptı. Rana'yı dinlediğim pek söylenemezdi. Her zaman bana bir şeyler anlatırdı ama dediğim gibi dinlemezdim.
Bugün fazlasıyla yorucuydu. Yemeğimi bitirdikten sonra direk yatağa fırlattım kendimi. Uyuyabildim mi? Hayır. Arkadaş tam uykuya dalıcam sıcak bastı kalktım camı açtım. Geri girdim yatağıma yine tam uyicam çişim geldi bide kalkıp tuvalete gittim geri yatağıma giricem dişimi fırçalamayı unuttuğumu hatırladım yine tuvalete gittim. En sonunda girdim yatağa şöyle bi sağa döniyim derken 'şlak' parkeyle bütünleştim. Tabi hep çift kişilik yatakta uyuyan Yağmur'a bu yatak küçük gelmişti. En son şükürler olsunki uyumuşum.
Sabah kuşların sesiyle güne merhaba dedim desem külliyen yalan olur. Telefonumun harika horoz alarmıyla bir kez daha parkeyle bütünleştim. En iyisi çıkmadan Rana'ya diyimde şu lanet yatağı halletsin. Odanın camı kapalıydı. Büyük ihtimalle değil kesin olarak Rana'nın işiydi (çünkü bu evde ikimizden başkası yok). Zaten sinirliydim dahada sinirlendim. Ne işi vardı da camımı kapatıyordu. Zaten pişmiştim. Herhalde bir bildiğim varda camı açmıştım dimi. Kendi kendime söylenirken camı açmamla rüzgârın beni duvara manda boku gibi yapıştırması bir oldu. Zor bela ayağa kalkıp camı kapattım. Saçlarım iç içe girmişti. Sinirden olduğum yerde at gibi tepindim. Tepinmem bitince okul formamı giyip aşşağıya indim. Hızlıca kahvaltımı yaptım ve okula gitmek için dış kapıyı açtım. Açmaz olaydım. Lanet girsin sana rüzgar. Rüzgarın etkisiyle parkeye yapıştım. Ah güzel popişim. Şu parke bir gün ırzıma geçicek ama hadi hayırlısı. Sinirden Hulk a dönüştüm ve okula doğru rüzgara meydan okurcasına yürüdüm. Şaka lan şaka. Rana'ya okula arabayla bırakmasını söyledim. He bide yatağıma el atmasınıda söyledim. Parkeyle olan ilişkime artık ara vermek istiyorum.
Okula varınca arabadan indim. Rana önce müdürün yanına gitmemi 9da da derse yetişmemi söylemişti. Saate bakmak için telefonunu çıkardım ve Hasstırr! 9a on dakika var. Hemen girişteki bekçiye müdürün odasını sordum ve okula doğru koşmaya başladım. 3. Kata çık sola dön 2. kapıdan sağa sap 4. kapı. (Yol tarifi gibi mübarek) Okulun merdivenlerini üçer beşer adımlarla çıkarken beni düşüncelerimden koparan bir kıza çarpmış olmamdı. Kızın elimdeki kahve beyaz gömleğine dökülmüştü. Hemen kendi üstüme baktım. "Oh lan ne ballıyım be bir damla bile gelmemiş üstüme." Evet bunu yanlışlıkla sesli söylemiştim. Bunun üzerine kız sinirle kaşlarını çattı, ağzı desen havalimanı kadar açmış. Ağzını kapa kız uçak kaçmasın dememek için kendimi zor tuttum vallahi. Tam özür dileyecekken "Sen o kızsın!" dedi tanıdık bir ses. Kafamı sesin geldiği yöne doğru çevirdim ve hay ben şansımı ineğe yedirip bokunu gübre olarak satayım sen nerden çıktın şimdi? Topunu denize fırlattığım çocuktu bu.
Büdü'nün "Aha Yağmur! o kaplan sen antilop. Sıçtın. Koş!!" demesi üzerine bastım depara.
Ay siz şimdi Büdü'de kim diyosunuzdur. Hemen açıklayayım. Büdü benim karnımda yaşayan ponçik bir ayı. Evet yanlış duymadınız o bir ayı. Bildiğimiz ayıdan. A-Y-I.
3. kata kadar koşmuştum. Şimdidee....eee....ııı neydi la.... Nereye sapcaktık... Sağmıydı solmuydu?
Of ya bu sefer harbi sıçtık Büdü!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz Prensesi
Teen FictionGüç erkeğe, güzellik kadına verilmiş. Herşeyi yenen güç güzelliğe yenilirmiş.