Ayakkabılarıyla, yağan yağmurun arkasında bıraktığı izlerin üstünde sıçrata sıçrata yürüyordu. Ayakkabıları fena halde çamurdan nasibini almış; berbat durumdaydılar. Yavaşça gülümsedi. Acı gülümsemesi korkutmuştu galiba elektrik tellerindeki çirkin kargaları. Üstünden geçerken fırlattılar ağızlarındaki artık ceviz kabuklarını. Gülümsemesi acı kahkaya dönüşüverdi. Dışardan gören birisi delirdiğini bile zannedebilirdi. Aldırmadı. Hızlıca eve doğru yürümeye devam etti.
Evin kapısına geldiğinde gülümsemesini tekrardan yüzüne yerleştirdi. Arada böyle krizleri tutuyordu. Ama bunu ailesine belli etmemeliydi. Zili çaldı ve beklemeye başladı. Kardeşi Bora her zamanki gereksiz umursamazlığıyla kapıyı açtı. Eve girdiğinde odaya doğru yol aldı. Ev her zamankinin aksine sanki ölüm sessizliğine hakimdi. Ama yakında bu evde bu da olacaktı. Bu evde çok yakında yas sessizliği de olacaktı. Çünkü karanlık bir kuyunun içine hızlıca çekiliyordu. Kendi karanlığında boğuluyordu ve bunla sadece tek başına başetmeye çalışıyordu.
***
Tam tamına iki saat geçmişti. Hastalığını araştırıyordu. Multipl Skelroz onun artık korkunç belasıydı. Belirtiler az çok vardı kendisinde ama ya gittiği hastane yanılıyorsa ne olacaktı? Yarın sabah erkenden özel hasteneye gidecekti. Belki de yoktu. Baş belası, imzayı atıp oturan uyuşuk doktorlar yanlış teşhis koymuşlardı. Bu ihtimalde vardı ve bu ihtimalin olması için sürekli dua ediyordu. O bunları düşünürken annesi ''Kızım Nefes hadi yemeğe gel.'' diye çağırdı. yavaş adımlarla aşağı indi. Düşündü şu 18 yıllık hayatında hep Nefes Soydan olarak yaşamış ve tatlı gülüşlü kız olarak anılmıştı. Peki şimdi ne değişecekti. Değişmişti bile onun için ölümün ona o kadar yakın gelmesine sitem etmişti.
Annesi Semra Hanım en güzel gülüşlerinden birisini ona yollayıp yanındaki sandalyeyi onun için çekti. Nefes derin bir iç çektikten sonra yerine uyuşuk hareketlerle oturdu. Annesi bugün onun moralinin bozuk olduğunu anlamış ve onun en sevdiği yemekleri yapmıştı. Domates çorbası, mücver ve mantı. Kalbine kırılan camlardan bir tanesi daha battı. Eğer hastalığı gerçekten varsa bunu kendisinden çok değer verdiği ailesine söyleyemezdi ki. Yapamazdı. Bu acıyı onlara yaşatamazdı. Bu lanet olası hastalık bütün güzel hayatını mahvedecekti. Bir kez daha içinden küfretti bu lanet hastalığa. Babasına doğru baktı ve ''Baba diyelim ki ya Bora ya da ben yani ikimizden biri büyük bir hastalığa yakalansaydı tedavisi olmayan o zaman ne yapardın?'' dedi. Babası Mesut Bey ona şüpheli bakışlar atarak ''Bir sorun var da bize mi söylemiyorsun Nefes?'' deyince, Nefes alelacele ''Tabiiki de yok babacığım sadece çok merak ettim. İnsan değer verdiği bir kişiyi kaybederse ne yapar diye.'' dedi. Babası lokmasını bitirip arkaya yaslandı ve karşıdaki bibloları inceleyerek ''Bilmiyorum. Onun için ne gerekirse yapardım herhalde. Kalp nakli lazım hemen verirdim kalbimi. Sizler sonuçta benim çocuklarımsınız sizin için canımı veririm.'' dedi. Nefes zorla gülümseyerek babasına kafasını salladı.
Odasında hızlıca dolanırken yarın sabah ki planını uygulayacağını düşünüyordu. Sabah erkenden kalkar ve evden çıkardı. Hastaneye gider ne olup bittiğini öğrenirdi. Eğer gerçekten hastalığı varsa kayalıklarına gider akşama kadar orada düşünür, ağlaşır, kendi karanlığıyla boğuşur ve okulu ekerdi. Bu durumda okulu aklının köşesine dahi getirmezdi. Ama eğer yoksa sevinçle bir pastaneye gider ve kendine frambuazlı pasta ısmarlardı. Bu durumda da hiç kilo almayı dert etmezdi. Uykusunun geldiğini hissedip yavaşça yatağına uzandı. Uyumaktan bazenleri nefret ederdi çünkü insan aydınlık bir günün ardından yine uykusunda kendi karanlığına dalardı. Karanlıktan da nefret ederdi. Aynı şuan ki belli olmayan hastalığından nefret ettiği gibi. Uyuşukça gözlerini kapadı ve kendi dipsiz kuyusunun karanlıklarına gömülmeye deva etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFES (Karanlığın Kafesinde)
Roman pour AdolescentsKaranlık... En koyusunu benimsemişti. Uçurum... Çoktan düşmüştü. Kuytu... İblisin ininde umutsuzca bekliyordu. Bitmişti. Oyun artık yavaş yavaş bitecekti. Hayat onu oyundan çıkarmıştı. Toz pembe olan hayatı artık siyahın koyu tonlarına bürünmüştü. T...