#Gün 99
Gözlerimi açtım, yine aynı odadaydım. Zaman kavramını yitirdiğim için ne kadar süre önce yaptığımı hatırlayamadığım o olaydan sonra artık beni tedavi etmek için başka bir beyaz önlüklü gelmeye başladı. Bana karşı katı davranmıyordu ama etrafına bir duvar çekip de beni insan yerine koymamazlıkta etmedi. Bu beyaz önlüklü içinde olduğum durumda gerçeklik kavramına en yakın öge olmuştu.
O günden sonra bana daha sıkı bir kontrole almak yerine kontrolü gevşekleştirdiler, benim daha iyi hissetmem ve dışarıya zarar vermem için. İşe yaramıştı, o olaydan sonra başka bir olay da çıkarmadım daha ama bu günden güne akıl sağlığımı kaybetmemi de önlemedi.
Artık eskisi gibi uyandığım anda tekrar uyutulmuyordum. Bazı tedavi yöntemlerini uygularken uyanık olmam gerekiyordu. Bu sıralarda beyaz önlüklü adamla arada sırada kısa diyaloglar içerisine giriyorduk. Hatta adını bile söyledi, Frank.
Kapı açıldı, Doktor Frank elindeki dosyaları kontrol ederken bir yandan da bana yaklaştı.
"Bugün kendini nasıl hissediyorsun?" Beni yatağa bağlayan kemerleri çözdü.
İlk başlarda hissettiğim gibi tüm kaslarım kopacak gibi hissetmiyordum artık. Günden güne ağrılarım azalıyordu.
"Ruhsal olarak mı yoksa bedensel mi?" dedim. "İkisi de?" dedi bir kaşını kaldırarak.
"Bedensel olarak daha iyi," Güzel dercesine kafasını salladı. Ruhsal olarak nasıl hissettiğimi söylemediğimi fark etmişti ama üstüne gitmemeyi tercih etti.
"Bugün farklı bir tedaviye geçiyoruz. Bu yüzden artık bu odadan çıkma vakti geldi," dedi gülümseyerek. Dedikleriyle kanım donarken gülümsemesine karşılık veremedim. Evet, haftalardır, belki de aylardır bu anı bekledim ama dışarıda ne var, beni ne bekliyor, hiçbir şey bilmiyordum. Buradan kötü olamaz ya dedi iç sesim. Hak veriyordum ama tabii ki aklımın içindeki kara bulutlar sayesinde bu habere sevinemedim. Bir daha herhangi bir şeye sevineceğimi de düşünmüyordum, burası içimdeki hayatı söküp almış gibiydi. Çünkü iyi şeyler hissetmiyordum.
"Yüzün asıldı, neyden endişe duyuyorsun?"
"Duymamam için hiçbir sebep vermiyorsunuz çünkü. Burada o kadar çok kaldım ve acı çektim ki," Derin bir nefes alıp devam ettim. "Bir sonraki adımda bana farklı bir şekilde acı çektireceğinizden korkuyorum." Başta bu cümleme kaşlarını çatarak tepki verse de hemen geri eski haline getirdi.
"Eh, yanılıyorsun o zaman. Haydi gidelim." Gülümseyerek söylediği bu sözler tamamen zorlamaydı. Ama bana neden yalan söyleme ihtiyacı duyuyordu ki? Ölüm döşeğindeki bir hastaya yaşayacağına dair umut vermek gibiydi bu ama hasta ölüm kendine geldiğinde aklındaki sadece ona söylenen yalanlar olurdu.
Kartı okutup şifreyi girince kapının arkasında bizi bekleyen iri yarı iki adam göründü. Birinin elinde kelepçe, açık halde benim bileklerime takılmayı bekliyordu. Kelepçeleri görmemle adımlarımı geri çekip içeriye doğru sendeledim. Günlerdir bu odadan çıkmak isteyen ben şimdi kendimi bu odaya girerek korumaya almaya çalışıyordum, bu oldukça ironikti. Ama hiçbir yerde güvenli değildim. Ne bu odada, ne de dışarıda.
İstedikleri de buydu işte, onlardan korkmam. Bunu onlara vermek istemiyordum. Bu yüzden çabucak silkelenip kendime geldim. İçimdeki cesareti ortaya çıkarıp, Doktor Frank'in bana destek olmak için uzattığı eli görmezden gelerek bileklerimi onlara uzattım. Koruma kelepçeyi bileğime geçirince metalin soğukluğu ilk kollarımı, sonra da tüm vücudumu sardı ve bu yutkunmama neden oldu. Bu kelepçenin bileklerimi sardığını değil de korkularımı sardığını düşünmeye çalıştım. Korkularımı içimde bir yerlere kelepçeleyip onları dizginlemeye. Bu, beni kısa bir süre de olsa sakinleştirmeye yetti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buzdan Zihinler
Science FictionBedenimizi değiştirdiler. Boyumuzu, saçımızı, göz ve ten rengimizi... Bizi mükemmelleştirdiklerini söylüyorlar. Ama onlar kim? Hiçbir şey bilmiyoruz. Geçmişimizi hatırlamıyoruz, eski hallerimizi bile. Hayatımızın geri kalanını etkileyecek bir oyunu...