The dead are still living. Their intention is to kill and they will.
Ölüler yaşamaya devam ediyor. Maksatları öldürmek ve başaracaklar da.
House on a hill - The Pretty Reckless
***
"Eğer bir savaş yaklaşıyorsa, emin ol zamandan daha değerlisi yoktur."
Savaş kelimesi beynimde çınlamaya başlarken bununla birlikte gelen bir çok soru aklımı doldurmuştu.
Savaş mı? Nedeni ne? Bizimle ne alakası var? En önemlisi, biz hangi taraftayız?
Aklıma gelen bu soruların hepsi dilimin ucunda birikti ama bir türlü onları dışarıya püskürtemedim. Tekrar tekrar dönüp dururlarken zihnimde ağzımı açtığım an kapının da açılmasıyla çıkmaya hazırlanan kelimelerim tekrardan içeriye kaçtı.
Sımsıkı bir şekilde at kuyruğu yaptığı siyah, jilet gibi düz saçları, çıkık elmacık kemikleri, dolgun dudakları ve yine siyah gözleri ile ilk düellonun galibi Melisa, açılan kapının aralığından bize bakıyordu.
O da aynı benim ona yaptığım gibi önce gözleri bende birkaç saniye takılı kaldı ve daha sonra bakışlarını Deniz ile benim aramda gezdirdi. İkimizin neden burada birlikte olduğumuzu anlamlandıramamış gibi bir hali olsa da olayı bu durumu dillendirmeyip Deniz'e döndü.
"Düellolar biraz önce bitti. Gelmiyor musun?" Bakışlarımı ben de Deniz'e çevirdim.
"Birazdan gelirim."
"Dışarda bekliyorum o zaman," diyerek ve bana bakmadan arkasından kapıyı kapatıp odadan çıktı. Ne zaman bu ikisinin birlikte hareket edecek kadar yakınlaştığını düşünürken, beni görmezden geldiği onca gün aklıma dolduğunda içim, kontrol edemediğim bir kıskançlık duygusu sarmıştı. Beni saran bu duygu Deniz'i kıskandığım için kendime kızmama neden oldu. Beni Deniz ve Melisa arasındakiler ilgilendirmiyordu.
"Sonra konuşuruz, gitmem gerek," deyip kapıya doğru bir adım atarken Deniz, ben kolunu tutarak gitmesine engel oldum.
"Burada hayatlarımız söz konusu ama bir kız seni bundan alı mı koyuyor? Senin de Cato'dan bir farkın yok, sen de aynı aptalsın."
Deniz'in yüzü sabitti, dediklerimden etkilenmişe benzemiyordu. Aynı surat ifadesiyle bana bakmaya devam etti ve sonra sakince konuştu. "Sorun Melisa değil, aynı onun gibi buraya girebilip konuşmalarımıza şahit olabilecek herhangi biri. Yakalanmak istiyorsan buyur, konuşalım." Kolunu elimden kurtarıp göğsünde buluşturdu.
Utanç vücudumda benliğini göstererek geri çekilmeme ısrar etse de ben de onun gibi kollarımı göğsümde buluşturarak cevap verdim. "Açıklayabilirdin."
"Artık açıklamadan bir şeyleri anlaman gerekiyor." Bu konudan mı bahsediyordu yoksa savaş olayından mı anlayamıyordum. "Ayrıca hiçbir hareketimi açıklamak zorunda da değilim."
Alayla gülüp kafamı iki yana salladım. "Bu odaya, yanıma gelen sensin. Benimle birlikte hareket etmek istediğini söyleyen sensin. Ama bana hiçbir açıklama yapmak zorunda olmadığı söyleyen de sensin." Alaylı üslubum yerini ciddiyete bırakırken devam ettim.
"Eğer bir takım olacaksak, evet. Açıklamak zorundasın. Anlamıyorsam, anlamamı sağlamak zorundasın." Ona doğru son birkaç adımımı da atarak aramızdaki mesafeyi kapattım, yüzlerimiz arasında birkaç santimden daha fazlası yoktu. "Dostunun da düşmanının da kim olduğuna iyi karar ver."
Adımlarımı geri çekip kapıya yöneldim ve odadan çıktım. Eğitim merkezinin çıkışına doğru giderken karşıda Melisa'nın kolları göğsünde kavuşturmuş bir biçimde duvara yaslanmış, Deniz'i bekliyordu. Bu daha da sinirlenmeme neden olurken bakışlarımız kesiştiğinde dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı ve ellerim o kıvırdığı dudaklarının tam ortasına bir yumruk çakma iç güdüsü ile karıncalanmaya başladı. Anlamadığım bir şekilde benimle alay ediyordu, neden olduğunu bilmiyordum ama yakında öğrenecektim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buzdan Zihinler
Science FictionBedenimizi değiştirdiler. Boyumuzu, saçımızı, göz ve ten rengimizi... Bizi mükemmelleştirdiklerini söylüyorlar. Ama onlar kim? Hiçbir şey bilmiyoruz. Geçmişimizi hatırlamıyoruz, eski hallerimizi bile. Hayatımızın geri kalanını etkileyecek bir oyunu...