6- Lunapark

69 9 12
                                    

Ciddi anlamda az ilgi geldi. Beklediğimden de az. Cidden az geldi. Uzun yazmamakta çok haklıymışım. Umarım böyle devam etmez.
***********************************
     Kutay? Kutay. Benden 5 cm uzun. Eskiden ondan uzundum ama boyumu geçti. Erkek sonuçta. Biraz kilolu. Benim bir bacağımın üç katı bacağı var. Saçları kahverengi. Işıkta aralarda sarı gözüküyor ama kesinlikle sarı değil. Gözleri kahverengi. Zorlarsak açık kahverengi ama kendisi ela olduğunu iddia ediyor. Rihanna hayranı, benim gibi. İyi giyinmiyor. İyi resim çiziyor ve saçmalamakta üstüne yok. Pek ciddi biri değil. Çok "ehuehuehue" biri. Genelde seviyorum. Bazı yönleri kötü ama. Hayatım devam ettikçe siz de örnekler göreceksiniz...
***
Cuma günü çıkışı. Parıldayan güneş. Bunlar sevdiğim şeyler. Son zil çalar çalmaz Deniz'in yanına gittim. "Hadi, çabuk ol. Gidelim hemen çok heyecanlıyım!" Deniz affallamıştı. "Tamam da şimdi gitmeyeceğiz ki. Lunaparklar akşam açılıyor. Önce ev'e gidip işlerimizi *stalk* yapalım. Akşamüstü gideriz." Üzülmedim hatta daha çok sevindim. Denizlerde takılmayı çok seviyorum. Okuldan çıktık. Utku'nun kazasının gerçekleştiği caddeden geçtik. İkimizi de hüzün kaplamıştı. Büyük ihtimalle Utku kurtulamayacaktı. Mucize gerekiyordu. Filmlerde, kitaplarda olanlardan. Deniz'in evine girdik. Annesi mis gibi yemek yapmıştı. Fırında tavuk ve patates. Çok güzel gözüküyordu.
Tadı da öyleydi. Yedikten sonra üst kata çıktık. Laptopu açıp "ctrl + H" yaptım. Kıvanç'ın sitesine girdim. Yeni bir şey paylaşmamıştı ama Ezgi ile olan fotoğrafına bakakaldım. Deniz durumu anlayıp siteyi kapadı ve facebook'unu açtı. Deniz'e 2 arkadaşlık isteği gelmişti. Biri Melis'ti. İnek olmasına rağmen güzel olan Melis. Facebook açmış. Diğeri ise, Kıvanç'tı. Öncelikle Deniz ne alakaydı? Bana göndermemişti. Hatta Kıvanç'ın facebook'unun olduğunu bile bilmiyordum. Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Deniz'in facebook'undan çıkıp kendiminkine girdim. Korktuğum gibi, bana istek atmamıştı. Belki de profilimi bulamamıştı. Deniz'in profil fotoğrafına girip yorum attım. Zaman tüneline de post attım. Umarım görür ve arkadaşlık isteği atar. Allah'tan Deniz beni anlayan biriydi. Bunların hepsini çok normal karşılamış, hatta Kıvanç'ın ana sayfasında çıksın diye benim fotoğraflarıma yorum atmıştı. Galiba, en iyi arkadaşımı bulmuştum: Süheyla. O benim en iyi arkadaşım. Süheyla *kalp*kalp*kalp* Şaka yapıyorum tabiki. Belki de Deniz'le en iyi arkadaşlar olacaktık hatta olmuştuk. Buna çok mutluydum. Bunları ve genel olarak iğrenç olan hayatımı samanyolu font müziği eşliğiyle düşünürken akşam oldu.
      Dışarı çıktık. Lunapark biraz uzaktaydı. Deniz'in bisikleti vardı fakat benim olmadığından dolayı o da yürümek zorunda kaldı. Yaklaşık 10 dakika sürdü. Ayağım ağrımıştı bile. 5 dakika dinlenme hakkımı kullanmak istiyorum. Deniz baktı. "Sen yorulmadın mı?" dedim. Hayır anlamında başını salladı. Biraz dinlendikten sonra kalktık. Önce hız trenine bindik. Pek eğlenmemiştim. Hâlâ aklımda Kıvanç vardı. Deniz delirmişcesine çığlıklar atarak oradan buraya koşturuyordu. Hepsine binmeyecektik. Birkaç tanesini seçmemiz gerekiyordu. Ben Balerin ve Çarpışan Arabalar'a oy verdim. Deniz çarpışan arabaların fazla ekşınsız olduğunu savundu. En azından balerinde hem fikirdik. Daha önce balerinde kötü anılarım olmuştu. Umarım bu sefer de kötü şeyler olmaz.
     Yanılmışım. Bu sefer de kötü şeyler oldu. İç tarafta ben, dış tarafta Deniz oturdu. Dönerken Deniz'in üstüne doğru kayıp durdum. Deniz bütün "eğlence" (!) boyunca beni taşımak zorunda kaldı. Bittikten sonra da başımız döndü. Geçsin diye popcorn aldık fakat onu da kustuk. Ne kadar yere kusmuş olsak da üzerimize büyük ölçüde sıçradı. Neden Balerin'in genel olarak kaldırıldığını anladım.
      Eve geldim. Balerinden sonra hiçbir şeye binmedik. İstesek de o halde binemezdik zaten. Bir daha balerine binmeyi düşünmüyorum. Güzelim günü mahvetti. Duş aldım, bir şeyler atıştırdım ve yine Deniz'e gittim. Stalk'lama isteğim beni benden alıyordu. Kıvanç'ın sitesine günde 10 ziyaret kazandırıyordum. Deniz'e gidince ilk iş olarak Kıvanç'ın sitesine girmemiştim. Bu bir ilkti, ama daha önemli problemlerim vardı. Kıvanç'ın facebook'tan arkadaşlık isteği yollamamasıydı. Facebook'uma girdim. 1 tane arkadaşlık isteği vardı. E tabi Kıvanç'tı. Sonundaydı. Şükürdü. Oh bee'ydi. Fareyi Kıvanç'ın arkadaşlık isteğine doğru ilerlettim ve bastım. "Reddet"e bastım. Pişman değildim. Arkamdan bir ciyaklama geldi. Sağ arkamdan. Hemen yanımdaki sağ arkamdan. Deniz'di bu: "Napıyorsun? Delirdin mi? O kadar uğraştın neden reddediyorsun Kıvanç'la arkadaş olmak istemiyor muydun?" Caps Lock ile yazmadığım için o, tam duyguyu verememiş olabilirim ama delirmişti. "Amacım o değildi zaten. Kıvanç'ın gözünde 'ulaşılamaz' olmalıyım. Şimdi reddettiğimi görünce mesaj atmaya çalışacak, bir daha yollayacak, kuduracak." Tulumba'msı göz devirmesini yaptı. Pardon, Tumbulurik. Of işte Tumblr'ımsı. Her neyse onu yaptı işte. "Peki, öyle olsun."
İçimden inşallah demiştim. Çünkü ben bile inanmıyorum. Sırf reddettiğim içim Kıvanç'ın "kuduracağına".
     Cu-cu-cu-cu cumarteesiiiiiii. Detone oldum. Önemli değil. Cumartesi'nin güzelliğini hiçbir şey bölemez. Böyle dediğim için bir şey olacak. Hep öyle olur. Ama benim hayatım o kadar ekşınlı değil. Cumartesi'mi bozabilecek en büyük şey annemden karışık tost istememe rağmen kaşarlı tost yapması olabilir. Yanında da az yağlı, light, diet *hepsi aynı şey biliyorum* süt. Pattis'in kafasını sevip, Beşiktaş'lı ponçik terliklerimi giyip aşağı kata indim. Takım tutmuyorum fakat babam Beşiktaş'lı. Sonuç olarak... Annecim diye bağırdım. Ses gelmedi. Yoksa gece saatlerinde pis sapık bir katil eve sızıp annemin boğazını keserek canice öldür mü? Neler düşünüyorum böyle. "Babaaaa!" Babamın işte olduğunu resmen yok saymıştım. Annemin odasına gittim. Kapı açıktı. Normalde uyurken kapardı. Hatta kilitlerdi. Bir daha anneme seslenecektim. Sesim kısıldı. "Annee?" Sesim titredi. Sapık düşünceleri aklımdan alamıyordum. Bunlar Amerika'nın oyunları... Kapıyı biraz daha araladım. Annem dolabını karıştırıyordu. Çok ama çok rahatlamıştım. Aslında dolabını da karıştırmıyordu, bavul hazırlıyordu. "Anne, noldu? Nereye gidiyorsun?" dedim yavaşca. Ödü koptu. "Ne ara geldin?" Ne ara mı geldim? Kaç saattir anne diyorum. "Özür dilerim, nereye gidiyorsun ki?" Cevaplamadı. Tekrarlamaktan nefret ediyorum. Bu yüzden defalarca öksürdüm. Aklı dağınık gibiydi. Hiçbir şeyi duymuyordu. "Hey, nereye?" Yüzüme baktı. Duymuştu. Sonunda. "Konya'ya gideceğim. Canım istedi." Daha fazla bununla uğraşamayacağım. Evet, bununla dedim. Bana bisiklet almadı diye. Demek kahvaltımı kendim yapmam gerekiyor. Peki, o zaman. Buzdolabından birisi çatlamış birisi sağlam 2 yumurta çıkardım. Üstlerinde toz vardı. Nedensizce yıkadım. Sanki kabuğunu kullanacağım da. Peynir, yeşil zeytin, domates ve salatalık aldım. Peyniri yiyeceğim kadar dilimleyip kalanı buzdolabına geri koydum. Salatalık ve domatesi yıkayıp kestim. Yeşil zeytinden de 5-6 tane alıp buzdolabına geri koydum. Tezgahtan Nutella kavanozunu aldım. Yumurtaları tavaya döküp göz yumurta yaptım ve tabağa koydum. Hepsini tepsiye koyup salona doğru ilerledim. Kahvaltımı salonda, televizyonun karşısında, elimde telefonumla yapıyorum ve bunda problem görmezken üstüne öneriyorum. 1 arkadaşlık isteği gelmiş. Umarım Kıvanç'tır. Bildirimi kaydırıp şifremi girdim. Ne yazık ki Kıvanç değildi. Melis'di. Kabul ettim. Ara sıra ödev cevapları sorarım diye. Şimdi de sıra www.kivancyildirim.com'da. Tabiki favorilerimde. Yeni bir gönderi paylaşmıştı: "Yeni facebook açtım: *linki* Arkadaşlık isteği yolladıysam değerlisin. Yollamadıysam bulamamış olabilirim, siz de yollayın arkadaşlık isteği kabul ederim." Gülümsüyordum. Çok mutluydum. Bana değerli demişti. Mantıken öyle oluyor. Bu sevincim bir çığlıkla bölündü. Annem. Çığlık atmıştı. Çok büyük, derin bir çığlık...

Nalet Olasıca HayatHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin