Bölüm 12

257 45 107
                                    

Eve geldiğinde saat oldukça geçti.

Gökyüzü siyahlığına bürünmüş ve yağmur bulutlarıyla bezenmiş, yıldızlarını insanlardan saklamıştı. Hızla yağan yağmur yerde su birikintileri oluşturmuş ve gelirken bir tanesine bastığı için de paçasını ıslatmıştı, homurdanarak üzerindekilerden kurtuldu ve eşofmanlarını giydikten sonra bugün neredeyse hiç bakmadığı telefonunu aldı eline.

Yirmiye yakın cevapsız arama ve dört tane sesli mesajı gördüğünde kaşları merakla kalkarken, salonuna geçti ve rahat koltuklarından birine kurulup sesli mesajları dinlemeye başladı.

"Merhaba Seb! Tanrım, çok kötü bir giriş oldu, acaba selam Seb falan mı demeliydim? Olmadı ben direkt konuya girsem ya... Bir dakika bu telefon bu konuşmayı göndermeyecek değil mi- Kahretsin."

Sebastian yavaşça gülerken, Elizabeth'i sesinden nasıl tanıdığını anlamamıştı ama önemsememeye çalıştı. Hızla diğer mesaja tıklarken yüzündeki gülümseme silinmemişti.

"İlk mesajımın gitmemiş olma umuduyla, diyerek başlayacağım bu sefer. Eğer gitmişse de kusura bakma, ilk defa birine sesli mesaj bırakıyorum ve şuan açıklayacağım şeyler yüzünden heyecanlıyım. Aslında heyecanlı kelimesi bile sönük kalıyor! Ah, bunu araba kullanırken yapmamalıydım sanırım. Hey, neden telefon bip bip ötüyor-"

Genç adam sonlara doğru tekrar gülerken, aklında birkaç soru işareti kalmıştı. Liz, kendisine ne açıklayabilirdi ki? O güzel kızla daha önce arkadaş ortamı dışında konuşmamışlar, hatta pek göz göze bile gelmemişlerdi. Ortak bir şey yaptıklarından bile emin değildi. Merak, hızla onu esir alırken diğer mesaja geçti.

"Sesli mesajların da bir limiti varmış, üzdü bu bak... Neyse ya. Ben anlatayım, yarım da olsa içimdekileri dökeyim yeter o. Nasıl olsa yüzüne söyleyemeyeceğim, telefonda olsun bitsin bu iş. Oh valla, ne rahat." Genç kızın derin bir nefes aldığını işitti. "Sebastian, hani şu sana gelen kağıtlar var ya; aşk ile yazılan ve senin pek takmadığın. Hah, hatırladın mı onları? Onları ben yazdım. Her kelimesini, her cümlesini içimden gelerek, belki beni fark edersin umuduyla yazdım."

"Hodri meydan, demiştim ya hani. Her şeyi anlatıyorum işte sana. Bu sefer cesur olacağım, söz verdim kendime. Sen başkasını sevsen de, vazgeçmeyeceğim. Çünkü benimki öyle atılıp satılacak bir sevgi değil, bundan kurtulabileceğimi zannetmiyorum."

Şaşkınlık ve vicdan azabıyla dinliyordu adam artık ses kayıtlarını. Gözleri önüne geldi kendisine yazılan her satır, her cümle. O cümlelerin ve kelimelerin ruhuna akan mürekkebinde boğuldu sonra. Kız ne demişti ona? Annelik hayalinden vazgeçtiğini söylemişti.

Bu nasıl olurdu? Sebastian ne yaşamıştı da, Liz'i en büyük hayalinden ayırmıştı?

Kalbi sıkışırken, diğer mesajı açtı.

"Umarım vicdan azabı falan çekmiyorsundur, Seb. Lütfen, ben sana bunları üzül diye anlatmıyorum ki. Sadece bir şeyler açıklığa kavuşsun istiyorum. Ben ne senin aşkından, ne de senin için yaptıklarımdan pişmanım. Bir insanı sevdiğinde, onun için vazgeçtiklerin seni ona ulaştıran bir köprü vazifesi görüyor ve sen düşmek yerine ona daha da ilerliyorsun. Ben de ilerleyeceğimi umuyorum." Gülümsediğini hissetti genç kızın. "Çünkü seni seviyorum."

Ardından acı bir fren sesi, telefondan çıkıp odada yankılandı ve birkaç sessiz dakikanın ardından birinin, "Yardım edin, bilinci kapanıyor!" cümlesinden sonra her şey kesildi.

Geriye sadece endişe ve telaşla ne yapacağını şaşıran bir adam bıraktı.

Özgürlüğe Kavuşan KelimelerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin