Telefonun o bıktığım sıkıcı melodisi çalmaya başladığında gözlerimi açmak için büyük bir çaba harcadım. Kimin aradığına değil de daha çok saate odaklandım, beşti. Üç saatlik uykuya alışkın değildim. İşe yaramaz kardeşimin aradığını görünce deymeyeceğini bile bile telefonu açtım."Sabahın bu saatinde arayacak kadar ne olmuş olabilir geri zekalı?"
Telefonun diğer ucundan yüksek bir kahkaha duyuldu. "Abicim, seninle ilgili bir konu değil. Tek merak ettiğim Rose yanında mı? Çünkü Scor dün Rose'u bizim eve bırakıp bırakmadığı konusunda emin degil. Biz de geçenki gibi gölde uyuya kalmıştır diye korktuk."
"Hayır." dedim kalın çıkan sesimle. "Şu an benim odamda uyuyor. Sen neredesin?"
"Scor, Ros ölmemiş!" diye bağırdı, bana söylemediği belliydi. Sonra tekrar telefona döndü. "He abi, ne diyordun?"
"Nerede kaldın diyorum? Annemle babam sabah seni kahvaltıda bulamazlarsa delireceklerini biliyorsun. Özellikle senin aran babamla kötüyken böyle şeyler yapmanı tavsiye etmiyorum Al."
"Ne yaparlarsa yapsınlar." dedi umursamazca, tam bir ergen. "Ben bugünü de Scor ile geçireceğim. Fred'in yeni keşfettiği mekana gideceğiz."
"Scorpius ile gerçek aşkı bulmuşsunuz bakıyorum."
Söylediğimi duymamış gibi, "Rose uyandığında beni aramasını söyle." dedi ve kapattı.
Üst kata çıkıp odama girdiğimde yatağın toplanmış ve düzenli olduğunu gördüm. Rose, her zamanki gibi sabah erkenden kaçıp gitmişti. Ve sonrasında da geçen geceyi hatırlamıyormuş gibi davranacaktı. Hep böyle oluyordu.
Hep beni sevmiyormuş gibi davranıyordu.
•