"Şalını çalıların arasına takılmış." dedikten sonra eli tekrar yüzüme gitti ve gözlerimi sildikten sonra devam etti. "Şalını düşürmeseydin, gözyaşlarını takip ederdim.
Eli yüzümün yanındayken elini indirdi. Bunu yaparken gözlerini gözlerimden ayırmaması hoşuma gitmemişti doğrusu. Rahatlatıcı ve samimiydi ama rahatsız edici derecede ikna ediciydi. Bakışmalar yoğunlaşmıştı, işte en nefret ettiğim olay dizisi. Gözlerimi gözlerinden hızlıca ayırıp önüme döndüğümde, o hiç kıpırdamamıştı.
"Neden ağladın?" diye sordu. Hiç kekelemeden. Sıfır heyecanla. Ben ise konuşurken heyecanlanıp kekelemekten korkuyordum. Bu korku değildi, daha çok onun yanında utanacağım bir duruma düşmek istemiyordum. Üstelik neden böyle düşündüğümü, düşünecek zamanım yoktu. Yerdeki çimlere bakan gözlerimi ayırıp ona döndüm. Belirgin hatlı yüzündeki, gözlerinden sonra en dikkat çekici şey birbirine girmiş olmasına rağmen uzun çarpıcı kirpikleriydi. Kafeinsiz bir kahvenin rengindeki gözleriyle aynı renkteki saçları dağılmıştı. Onu dikkatle incelemeyi bitirdiğimde tekrar önüme döndüm.
"Biliyor musun? Yalandan nefret ederim. Ve sende yalanlarla yaşayan biri gibisin." dedim gözlerinin içine bakarak. Yerden destek alarak kalktığımda Doğukanın bana 'şöyle konuşma, gerçekten çok itici görünüyorsun' diyerek yapmamdan nefret ettiği şekilde konuşmama devam ettim. "Gibisini at."
Ayağa kalkıp yürürken gayet havalı bir çıkış yapmıştım bence. Bir stadyum dolusu alkış! Ama bu çalıların arasından çıktığımda kocaman bir şok yaşamama engel değildi tabi ki.
Ya ben nereden gidecektim?
Harika! Şimdi o yalancı sapıktan yardım mı isteyecektim? Tabii ki hayır. Ondan hayatta yardım istemezdim. Bir sapıktan yardım istemekten kaçınıyordum. Aynı sapığa ve aynı zamanda yalancıya nefret ettiğimi söylüyordum. Gelgelelim yine de onun evinde kalacaktım.
Neyse, hesaplayalım bakalım. Şimdi ben ordan geldim diyelim, karşı taraf karanlık olması lazım. Tamam ama iki tarafta karanlıktı. Tamam, sakin olmalıyım. Eninde sonunda bulurdum değil mi?
Sağ taraftan yana şansımı deneyeceğim. Allahım, lütfen sağ taraf olsun.
"Sağ taraf doğruca bizim eve gidiyor." arkamdan gelen sesle irkildim. Kaan'dan başkası değildi bu. Ukala konuşması son derece sinir bozucuydu. En azından gideceğim yol doğrulanmıştı.
"Biliyorum. O yüzden oraya doğru gidiyorum." dedim seslenerek çünkü aramızda epey bir boşluk vardı. Suratına ukala bir gülümseme koyup arkasını dönerek yürümeye başladı. Ama o niye o tarafa doğru gidiyordu? O ne idüğü belirsiz, şahtopoz, çiroza gidecek olasa bile eve doğru hareket etmesi lazımdı. "Sen neden o tarafa gidiyorsun?" diye seslendim. Cevap yok. Ona doğru hızlı adımlarla yürüdüm. "Sana diyorum." diyerek iyice yaklaştım. Cevap yok. Bu sefer önüne geçerek kolunu tutup sordum yüksek sesle. "Madem doğru yön orası, sen neden buradan gidiyorsun?"
"Bana yalancı diyen sendin. Unutma ben bir yalancıyım." dedi gözlerimin içine bakarak. Yüz ifadesindeki ifadesizliği aylarca kendimle tartışabilirdim. İfadesi kadar düzdü ki. Bir an için mağazalarda raflarda duran giysi mankenleriymiş gibi geldi. Gözlerinin içi kıpırdayan tek şeydi. Yüz hatlarını ezberlercesine baktım yüzüne.
"Herkes yalan söyler. Asıl yalan söylemiyorum diyen yalan söylüyordur." dedi bir çırpıda. "Sapık olduğumu söylemiyorum tabii ki." Çatılan kaşlarım hemen yumuşamıştı. Kolunu tuttuğumu unutmuşcasına hızlıca yürümeye başladı. Koluma çarparak geçtiğinde bir hışımla arkamı döndüm.
"Ben de senden hiç hoşlanmadım ama senin beni o tarafa göndermen hiç hoş değildi." dedim uzun cümlenin ardından ve hızlı soluklarla yürümeye başladım. Aynı hizadaydık ama yanyana değildik. Uzun sessizliği bozan Kaan oldu.