Kafam allak bullaktı. Önümde ki kaçıncı cindi bilmiyorum. Ama etrafta ki seslerin boğuk olduğunun, görüntünün gidip geldiğinin farkındaydım. Ali Mert arkadaşlarıyla bir köşede oturuyordu. Başımı yavaşça ona çevirdim. Belli ki muhabbet koyu ve eğlenceliydi. Bardaklarında ne olduklarını idrak edemediğim içkilerinden yudumluyorlardı. Bense her zaman ki gibi yalnızdım. Bar taburesinde bir başıma oturuyordum. Önümde ki boş bardağa baktım. Bardağı barmene doğru itip, elimle doldurması gerektiğini gösterdim. Anlamış gibi başını sallayıp işinin başına döndü. Bardak önümde ki yerini aldığında hiç düşünmeden içtim. İçim yanıyordu ama ruhumun verdiği yangının yanında bir hiçti. Dün tam on sekiz olmuştum. Ama geçen sene ki lanet doğum günümden sonra kutlamamayı tercih ediyordum. Hatta elimden gelse doğum tarihimi bile hafızamdan sile bilirdim. Ama boş hayallere kapılmamalıydım. Şimdilerde ise bu sene Samsun da okuyacağımı düşünerek, babamın bana karşı yaptığı hayır işiyle koleje gidiyordum. Derslerimi sıkı tutmaya çaba gösteriyordum. Bu lanet şehirden gitmek için kendimi kilitlemiştim.
Başımın dönmesine aldırış etmeyip yavaşça oturduğum bar taburesinden kalktım. Yalpalayarak bir iki adım atıp Ali Mert'in masasına göz ucuyla baktım. Muhabbetlerinin git gide koyulaştığı hararetli hararetli bir şeyler konuştukları gözler önündeydi. Bölmedim. Bu yalnızlık benimdi. Hakkım yoktu karanlığımı başkalarına dağıtmaya. Ortada bir o yana bir bu yana kıvrılan bedenlerin arasından sallanarak geçtim. Mekanın kapısına geldiğimde içeri de ne kadar boğuk bir hava olduğunu idrak etmiştim. Yüzüme vuran mart ayının dondurucu esintisi, biraz da olsa kendime gelmemi sağlamıştı. Daha kendimde olan adımlarımla kapıdan çıktım. Derin bir nefes alıp kumsala doğru yürüdüm. Denizle aramda iki metre kadar mesafe kaldığında olduğum yere oturdum. Etraf zifiri karanlıktı. Sahilin gösterişli ışıkları altında kıyıya vuran dalgalar inci gibi parlıyordu. Adeta karanlıkla içten bir savaş veriyordu. Yanıma oturan bedenle o yöne döndüm. Hesap soracak olan ben, gözlerinin renginde takılı kalmıştım. Ne yeşil diyebiliyordum, ne de mavi. Kendine çekiyordu sanki beni. Afallamıştım. Tekrar önüme dönüp bir kaç kere alnıma vurdum. Geri ona döndüğümde bu sefer gözleri hariç her yere bakıyordum.
"Bela mısın gece gece ne istiyorsun !"
Gözlerini kısıp beni süzmüştü. Derin bir nefes alıp denize dikti gözlerini.
"Sana bela olmam. Korkma. Çirkinlerle ilgilenmiyorum."
Söyledikleri kahkaha atmama neden olmuştu. Oysa hala denizle ilgileniyordu.
" Peki kendini beğenmiş ego yığını. Kalkıp gitmeye ne dersin. Çirkin bir kızla oturman, çevrene senin zevkin ile ilgili yanlış bir izlenim verebilir."
Gözlerini uzaklardan almadı. Sadece çok saçma bir şey söylemişim gibi sırıttı.
"Çevrem sikimde mi sanıyorsun! Oradan bakıldığında insanları umursayan biri gibi mi duruyorum?"
Tek kaşı hava da bana dönmüştü.
"Buradan bakıldığında insana benziyorsun ama ne yazık ki o çeneni açana kadar."
Oturduğum yerden kalkıp üstümdeki kumları silktim. Arkama bakmadan hafiften sallanarak sahil boyu adımlamaya başladım. Omzuma değen elle olduğum yerde durdum.
"Ne ?"
Bağırmıştım. İstemsiz olmuştu ama sinirlerim zaten bozuktu ve tek istediğim biraz yalnız kalmaktı. Zaten ne zaman yalnız kalmak istesek biri içine sıçardı.
"Sesini yükseltme !"
Dişlerini sıkarak söylediği sözler karşısında ciddi misin sen bakışları sergiliyordum. Ciddi miydi gerçekten ?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇ
Teen FictionDaha ne kadar saklana bilirdim içimdeki karanlıkta ! Ne kadar yaşaya bilirdim ki sahte samimiyetler ile ! Yetmez miydi içimde ki boğulmalar ? Yaşarken ölmemiş miydim zaten ? O zaman kaybedecek bir şeyim yok elimde. Şimdilerde yakındı benim zama...