Olduğum yerde gerinerek uyandım. Yolun ortasına boydan boya dizili lambalardan vuran ışık etrafımı görmeme olanak sağlıyordu. Karanlık her yeri sarmalamıştı. Arabanın camına vuran manzaraya baktım.
Beyninin içinde ki kargaşada boğulur gibi bir hali vardı. Derin bir nefes alıp bana döndü. Yansımada çarpıştı bakışlarımız. Baktı. Öylesine değildi ya bu bakışlar, içime içime işleyen bir yanı vardı. Yakıp kavuracaktı sanki arkasında ki gerçekler. Başımı öne eğdim. Arat'ın gözlerini çekeceği yoktu. Ona yardımcı olmuş oldum böylelikle.
Yan yattığım koltukta, düzgün bir şekilde oturdum.
"Neredeyiz ?" Gözlerini yoldan çekmedi.
"Bolu." Putunu bozmamıştı.
"Bolu da ne işimiz var bizim ?" Gözlerim hafif irileşmişti. Ne arıyorduk ki biz buralarda.
"İstanbul'a gidiyoruz."
"Haa !" Ağzımdan istemsiz çıkan bu sesle gülümser gibi oldu. Ardından tekrar ciddileşti.
"İstanbul da ne yapmayı planlıyorsun acaba ?" Azarlar tonda ki sesime hakim olamamıştım. Gerçi hakim olmaya da çalışmamıştım.
"Ben orada yaşıyorum." Bakışları yolda, kısa bir cevap vermişti. Sergilediğim hesap soran tavırdan ötürü olmadığını düşündüm. Düşünmek istedim.
"Peki" diyebildim sadece. Kabullenmiştim, nedensizce.
Bu yolculuk böyle nasıl biterdi onu düşünmeye başladım. Gerçi yolculuk bitse de bela bitmiş sayılmazdı. Evden kaçmıştım resmen. Bunun yaratacağı akıbet ne olacaktı ? Kestiremiyordum. Çıkmaz sokakların arasında kuş misali kanat çırpıp gökyüzünü umut ediyordum.
"İstanbul'a vardığımızda senin yanında bir mühlet kalırım ! Ondan sonra kendi düzenimi kuracağım." Ağzımdan çıkan kelimeler tek bir yöne yönelmişken, gözlerim aksine her yeri gezinmişti.
"Ne !" Sorudan çok bir ikaz gibi idi.
"Duydun !" Kısık çıkan sesim bu sefer arabanın içinde her yere değmiş ama o işitmemişti.
"Hayır !" Tartışmaya kapalı bir konu gibi davrandı. Lakin böyle bir şeye izin veremezdim.
Aynı evin içinde olmamız düşüncesi dahi tehlike çanlarını alarma geçiriyor, zihnimin içinde durmaksızın gürültü çıkarıyordu. Bu ateş ve barutu yan yana barındırmak gibiydi. Ne zaman ortalığın kızışacağı bilinemezdi !
"Olmaz !" Sert ama kararında ki ses tonumun ani el frenine sebep olacağı aklıma gelmezdi. Boş yolun orta şeridinde öylece duruyorduk. Yolu aydınlatan ışıklar bir işe yaramıyordu. Arabanın farları karanlığı aydınlatmakta belli bir mesafeye kadar etkiliydi.
Omuzlarıma değen kollarla irkildim. Aramızda ki konudan hangi ara soyutlanıp da etrafımda ki detaylarda yorulmuştum ! Belki de alacak olduğum tepkiden kaçmam için aklım bana oyun oynamayı tercih etmişti.
Boğulmaya başladığımı hissediyordum. Bir anda etrafta ki her şey üzerime üzerime gelmeye başlamıştı. Ellerime odaklanmaya çalıştığımda deli gibi titrediklerini görmemle daha çok panikledim. Nefesim kesilmenin sınırına geldiğinde titreyen ellerimle zar zor arabanın kapısını açıp büyük bir güçlükle ittim. İki elimin üzerine yola kapaklanmıştım. Hala nefes alamıyordum. Bütün dünya dönüyordu. Titreyen bedenim beni taşıyamaz hale geldiğinde gözlerimin önünde ki görüntü gitmek üzereydi. Son kez nefes almaya çalıştım. Artık bedenimi ayakta tutamayıp tamamen yola düşmüştüm. Gözlerimin önünde beliren en son şey bir çift siyah bot olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HİÇ
Teen FictionDaha ne kadar saklana bilirdim içimdeki karanlıkta ! Ne kadar yaşaya bilirdim ki sahte samimiyetler ile ! Yetmez miydi içimde ki boğulmalar ? Yaşarken ölmemiş miydim zaten ? O zaman kaybedecek bir şeyim yok elimde. Şimdilerde yakındı benim zama...