Melanie.
Yüksek sesli müzik beni korkutuyor mu yoksa heyecanlandırıyor mu emin değildim. Beni korkutuyordu çünkü bu gerçekliğin yüzüme çarpılması gibiydi; bana gerçekten de burada olduğumu söylüyor ve gecenin ne getireceği konusunda hiçbir fikrim olmadığını hatırlatıyordu. Fakat aynı zaman da heyecanlandırıyordu da, çünkü daha önce hiç böyle olmamıştım; ailemin soluğunu ensemde hissetmeden, olmak istediğim gibi biri gibi. Evden de onlar üzerimdekilere bir göz atmadan ve nereye gideceğimi öğrenmeden çıkmıştım.
Gabriella'yla onun arkadaşının evinde olduğumu sanıyorlardı.
İnsanlar tek sıra halinde içeri giriyor, kimileri dışarı çıkıyordu ve klasik kırmızı plastik bardaklar etrafa saçılmıştı. Bir ağaca dayanmış birbirini yemekle meşgul bir çiftin yanında geçerken Abbey'yi dirseğinden yakaladım. Bu akşamdan beklentilerim kesinlikle bunlar değildi.
"Melanie, sorun yok. Böyle partilerde bunlar olur." diye beni rahatlatmaya çalıştı.
"Tüm o yaygaranın sebebinin bu olduğuna inanamıyorum. Daha iyisini bekliyordum." dedim tedirgin bir gülümsemeyle. İki yarı çıplak ve sırılsıklam genç evden saçma sapan çığlıklar atarak fırladı, bize çarptıklarında geriye sıçradım.
Biliyorsun, burada olmak zorunda değilsin. Abbey'e rahatsız olduğunu ve eve gitmek istediğini söyle. Seni eve bırakır.
Abbey aniden durunca ben de durdum. "Belki de eve geri gitmeliyiz--"
"Mel, hadi ama. Hemen su koyuverme. Sakinleş ve içeri girene kadar bekle. Sonra eğer hala burada kalmak istemezsen gideriz. Söz veriyorum." Gözlerinin içine baktım ve takma kirpiklerinin ardındaki samimi bakışları gördüm.
"Tamam." Merdivenleri çıkmaya başladığımda bir nefes aldım ve gerginliğimi bir kenara atmaya çalıştım. İçerisi umduğumdan daha gürültülüydü ve sanki tüm okul burada gibi görünüyordu. Bakışlar hiç çekinmeden bizi süzüyor, bizi partiye gelen normal kızlar gibi görüyorlardı. Bana ikinci kez bakana kadar tabii, kim olduğumu anlayana kadar... Tatlı, masum Melanie Kerry gerçekten de evinden çıkmış, bir partiye gelmişti.
Kollarım çıplak göbeğimi saklamak için iki yanıma uzanırken Abbey onları yana itti.
"Kes şunu. Ateşli görünüyorsun ve bu yüzden sana tuhaf tuhaf bakıyorlar." diye fısıldadı kulağıma. Bir sürü göz üzerimizdeydi.
Alkollü gençler biz geçerken yana çekilince zaten rahatsızlık duyduğum atmosfer daha da yoğunlaştı; görünüşüm onları şaşkına çevirmişti.
Oturma odasından gelen müziğe doğru ilerledik, kalabalığın çoğunluğu buradaydı, hepsi dans ediyordu.
Yüksek sesli müzikte Abbey'nin kulağına doğru bağırdım. "Şimdi ne yapacağız?"
Omuz silkip bağırarak cevap verdi fakat ne dediğini duyamadım. "Ne?" diye dudaklarımı oynattım. Karşılık olarak gözlerini devirdi. Abbey beni kendisine çekti ve ellerini kulağıma dayadı. "Ben dans etmek istiyorum ama sen istemiyorsun." dedi.
"Sen git. Benim için sorun değil." dedim kalabalığı başımla göstererek. Aslında beni yalnız bırakmasını istemiyordum, teklifim boş bir blöftü. Gülümsedi ve saniyeler içinde dans eden topluluğun içinde kayboldu.
Orada çaresizce dikilirken kendimi hassas, kırılgan hissediyordum. Hormonları tavan yapmış ergenlerin bana açıkça attığı bakışlar rahatsız ediciydi. Birden Dean'i gördüm ve hemen terlemiş bedenleri yana iterek ilerlemeye başladım. Ona ulaşınca omzuna dokundum. Başını çevirdi ve beni görünce yüzünde bir gülümseme oluştu. Kendine güvenen bir şekilde sırıtmaya başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Troubled | Türkçe
FanfictionSanırım kim olduğunuzu, kendinizi kaybedene kadar bilmiyordunuz. Acıyı, bir bombanın pimini çekip ona hayatınızı dahi feda edebileceğiniz kişi, sizi savaş alanında yapayalnız bırakana kadar tatmıyordunuz. Ve aşkı da, mutluluğunuzun kaynağı sizi ızdı...