Melanie.
Telefon, huzursuzluk derecemin gözle görülür biçimde yükselterek çalmaya devam ederken gergin bir şekilde bekliyordum. Kuşkulu düşünceler saniye geçtikçe zihnimi dolduruyor ve dizlerim titriyordu. Telefonu kapatmak istiyordum ama Abbey'nin ciddi bakışları beni durduruyordu.
Ya telefonu cevaplamazsa?
"Merhaba?" dedi Dean birden ve olduğu yerde durdu.
Sesini duyunca bir anlığına sahte özgüvenimi unuttum ve anlamlı kelimeler bulmak için beynime zorladım. Konuşmaya başlamam için Abbey elleriyle bana işaret veriyordu ama aklıma söyleyecek hiçbir şey gelmiyordu. Saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdım ve hala bir şeyler düşünürken Abbey'nin yün atkısının desenini çıkarmaya çalıştım.
"Şey, merhaba Dean." dedim aceleyle, Abbey elini yatağa sertçe vurduğunda. Sesimin ne kadar titrek çıktığını anlayınca gözlerim istemsiz olarak kapandı. Abbey dikkatimi çekmek için parmaklarını şıklattı ve dudaklarını kıpırdatarak konuşmayı hoparlöre almamı söyledi.
"Melanie! N'aber? Her şey yolunda mı?" diye sordu. Arkasından bir adamın sesi geliyordu, sonra Dean yer değiştirdi belli ki. Böylece o sesin yerini sessizlik aldı.
"İyiyim. Merak ediyordum da yakın zamanda tekrar takılır mıyız?" Cümlemin sonuna doğru sesim kendinden emin olmayan bir tona büründü. Öksürüp bunu saklamaya çalıştım. "Randevumuz hakkında üzgünüm ve bunu telafi etmek istiyorum."
Dean cevap vermeden önce uzun bir duraksama yaşadı. Beni reddetme ihtimalini düşündükçe yanaklarım daha fazla kızarıyordu.
"Şey.. Tabii ki. Yılbaşı için bir parti vereceğim, gelmek ister misin?"
Dean arkadaki kişiye bir şeyler mırıldandı ama ne söylediğini anlamayacak kadar heyecanlıydım. Beni geri çevirmemesine o kadar şaşırmıştım ki ellerim titremeye bile başlamıştı.
"Bu harika olur! Mutlaka geleceğim." diye yanıtladım mutlu bir şekilde. Abbey de gülümsüyordu, bu küçük zaferimize baş parmağını yukarı kaldırdı. "Seninle sonra konuşuruz o halde." dedim ondan başka bir şey söylemesini istemediğimi fark edince. Tam telefonu kapatıyordum ki sesi beni durdurdu.
"Bir şartla gelebilirsin." diye ekledi çapkın bir tonla.
"Ve o da.." dedim merak içinde. Gözlerim Abbey'ninkilerle buluştu, o da Dean'in sesini daha iyi duyabilmek için eğildi.
"Yanında kimseyi getirmeyeceksin. Eğer arkadaşın filan değilse tabii. Ama yalnız gelmeni tercih ederim."
Bu açıklaması yüzümde bir gülümseme meydana getirdi ve yavaşça güldüm. "Öyle yapacağım." derken Abbey yanımda çıldırıyordu. Koluma vurup durduğundan onu ittim.
"Hoşçakal, Melanie." deyip aramayı sonlandırdı ve bizi bir dolu kıkırdama ve gülüşmeyle yalnız bıraktı.
***
"Hadi bayanlar, hadi, hadi, hadi!" diye bağırıyordu Koç Evers bir taraftan düdüğünü de çalarken.
Midem kasılıyordu, altıncı turumu koşarken neredeyse kusmak üzereydim. Durmadan önce göğsüm sıkışana kadar koştum. Bedenim yorgunluktan ölüyordu ve başım resmen yanıyordu. Yeter ki artık şu koşma işiyle uğraşmayı keseyim diye dersten sıfır almayı bile ciddi ciddi göze almıştım artık. Sınıfın çoğu yanımdan geçip giderken onları izledim, ne kadar atletik olmadığımı göstermeye çalışıyor gibiydiler bana. Bu sekizinci molamdı ve gerçekten ölecek gibi hissediyordum. Doğrulup ellerimi belime koydum ve soluklanmaya çalıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Troubled | Türkçe
أدب الهواةSanırım kim olduğunuzu, kendinizi kaybedene kadar bilmiyordunuz. Acıyı, bir bombanın pimini çekip ona hayatınızı dahi feda edebileceğiniz kişi, sizi savaş alanında yapayalnız bırakana kadar tatmıyordunuz. Ve aşkı da, mutluluğunuzun kaynağı sizi ızdı...