5- Her şey, hah?

3.8K 164 7
                                    

Tuna'nın şokla irileşen gözleri benimkilerde takılı kalmıştı. Ne yanıma geliyor, ne de tek kelam ediyordu. Fakat ben bunca zaman nasıl anlamazdım ki? "Neden bana söylemedin?" diye sordum doğruca gözlerine bakarken. "Gideceğimi mi düşündün?" Kafası bir onay ifadesiyle sallanınca dudaklarımı büktüm. Demek doğruydu. Tuna cümlesine "Açıklayabilirim..." diye başlasa da sözünü kestim. "Sana aşık olduğum için böyle davranmana gerek yoktu. Şuan hiçbir şey hatırlamıyorum, dolayısıyla sana karşı olan duygularımı da hatırlamıyorum." Gözlerimi devirdim. Sır buydu işte. Salak kafam. Tuna bu yüzden bana kötü davranıyordu. Ona tekrar aşık olmamam için önlem alıyordu kendince. Bu yüzden dolabımda hiçbir şey eski değildi. Eskiye ait şeylerin, beni eskiye döndüreceğini düşünüyordu. Tuna şaşkın bir sesle, "Ah," dedi. "Ne?"

Kafamı salladım ve gülümsedim. "Sorun yok Tuna." dedim gülümsemeye devam ederken. Birden uzunca bir nefes aldı ve çatılan kaşları gevşedi. Yüzünde bir gülümseme belirecek sandıysam da öyle bir şey olmadı. Biraz sarsılmış dursa da, gözlerinde beliren bir şey beni ürkütmüştü. Şaşkınca, "Sen..." dedi, sonra duraksadı. Kafasında dönen çarkların seslerini duyar gibiydim. Düşünüyordu. Bana baktı ve gözlerini gözlerime sabitledi. Yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. "Üzgünüm." dedi sonunda ben gözlerimi kaçırmak üzereyken. "Sen sandığımdan çok daha zekisin." 'Zekisin' kelimesini, sanki bir esprinin en vurucu noktasını söyler gibi söylemesi biraz moralimi bozsa da umursamadım, iltifat ediyordu işte?

"Sana söylemek istemedim. Bana saplantılı bir şekilde aşıksın." Kaşlarım çatıldı. Olağanüstü bir yakışıklılığa sahip olsa da, ben kimseyi saplantı haline getirebileceğimi sanmıyordum. Kişiliğimi biliyordum, şey, en azından 2 yıl önceki kişiliğimi biliyordum ve ben birine saplantılı olmayı bırak, kimseyle konuşmazdım bile. "Dolabındaki her eşyanın yeni olması da bu yüzden." Sonra dudakları gerildi. "Ama sana bağırışlarım, bu bana tekrar aşık olmayasın diye değildi." Bana doğru bir adım atarken gözleri hala üzerimdeydi. "Bu benim kişiliğimle ilgili." Omuzlarını silkti. "Eski sen, bunun bilince olarak sevmişti beni." Üzerime doğru gelirken, avlanmaya hazırlanan bir aslan gibiydi. Ben yatağın üzerinde oturuyordum ve o üzerime doğru gelirken gerilmemem elde değildi. Beni omuzlarımdan tutup yatağa yatırırken son derece kusursuzdu. Hızla çarpan kalbim, son sürat giden bir araba gibiydi ve çarpması an meselesiydi.

Başım yatağa değer değmez omuzlarımı bıraktı. Elleri bu sefer belime inerken, ellerinin ısısı karşısında ürperen tenimi yavaşça okşadı. Ne yapıyordu böyle? İki eli, belimde zarifçe duruyordu ve yeşil gözleri tekrar alev saçıyordu. Lanet olsun, ne yapıyordu? Eğildi. Nefesi yanaklarımı okşarken, elleri hala belimdeydi. "Ya sen," dedim nefes nefese. "Sen sevdin mi beni?" Sorum karşısında afalladı, elleri yaramın üzerini sertçe kavrayınca acıyla gözlerimi kapadım. Nefesim acı buhranıyla kıvranırken, elleri hızla çekildi benden. Gözlerimi araladığımda acı hala varlığını sürdürse de, Tuna benden uzaklaşmıştı. Gözleri karın boşluğuma bakıyordu ve yine yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Gözlerim onun baktığı yere kayınca, yaramın kanadığını ve tişörtümü kapladığını gördüm. Beyaz tişörtüm kırmızıyla lekeleniyordu. Nefes nefese yataktan kalkmak için hamle yapsam da Tuna beni durdurdu. Gözlerimi yaramdan kaldırınca bana baktığını gördüm. "Kahretsin," dedi, çenesi kasılmıştı. "Dur." Kıpırdamadan durdum ve o tişörtümün ucunu kaldırınca gözlerimi kapadım.

O sıralarda Fatih Tuna Han'ın şeytanı da boş durmuyordu. Fakat Fatih, en az şeytanı kadar kuduruyordu tekrar tenini görebilmek için. Tişörtü daha da yukarı kıvırmak istese de kendini tuttu. "Yarası," diye hatırlattı kendine. Gözleri beyaz teninde haddinden fazla oyalanıyordu. Gözlerini yaraya odakladı ve yaranın açıldığını gördü. Ayrıca sargı bezi de yoktu. Kıza öfkesini kusmak için kafasını kaldırdığında kızın gözlerini kapadığını gördü. Kızın bu masum duruşu içindeki Şeytanı bile afallatmıştı. Yutkunurken, gözlerini kızdan çekti ve yarasına odakladı. "Kıpırdama." dediğini duydu kendi sesinin. Daha sonra kızın üstünden kalkıp sargı bezi almak için odasına girdi.

Pekala, Tuna'nın davranışlarının beni ürküttüğünü aynı zamanda yakabilecek kadar ateş saçtığını zaten zihnim bana haykırıyordu, fakat benim onun dokunuşlarından hoşlanmam? Bu kesinlikle mantıksızdı. Tamam eskiden ondan hoşlandığımı, 'saplantılı!' bir biçimde, biliyordum lakin, şuan ondan hoşlanmıyordum. Cidden. Ben emir almaya alışkın değildim ki o bana emir veriyordu; bundan nefret etmiştim. Bana bağırıyordu ve bu ikinci nefret unsuruydu. Ben güçlü bir kızdım ama şuan kimsem yoktu -Tuna'nın sürekli hatırlattığı gibi- ve en azından yaram iyileşene kadar Tunaya katlanmak zorundaydım.

Ona ikinci kez aşık olmayacaktım.


&&&

Yaramı sardıktan sonra yanımdan ayrılan Tuna, hala gelmemişti ve ben kendime yemek hazırlamak için mutfağa indiğimde de ortalıklarla görünmemişti. Kendime hazır yiyeceklerden kızartırken, elim karın boşluğumdaydı. Hala sızlıyordu. Kızaran patates ve köfteleri tabağıma koyduktan sonra mutfaktaki masanın üzerine koyup atıştırmaya başladım. Bir elimi masaya dayayıp bir elimle çatalıma taktığım köfteleri yerken öylece dalmıştım. Bir süre sonra elimdeki çatal düştü, daha sonra kızarttığım yiyecekler soğudu.

Kafam allak bullaktı. Ben, Tuna'ya muhtaç olamazdım. Muhtaç olsam bile bir süre sonra davranışlarından dolayı onu bırakır, kendi başımın çaresine bakardım. Yapardım bunu. Fakat Tuna kendimi o kadar aciz hissetmeme neden oluyordu ki! Sanki işe yaramaz bir ucubeymişim gibi sürekli onsuz bir hiç olduğumu söyleyip duruyordu. Ayrıca eskiden ona aşık olan Hazel, her dediğini yapıyor olabilirdi fakat ona aşık olmayan Hazel onun tek bir dediğini bile yapmayacaktı. Kendimden üçüncü tekil şahıs gibi bahsetmem, kendime gelmemi sağlayınca gülümsedim. Sanırım hafızamı kaybetmek, beyin hücrelerimin de erimesine yol açmıştı. Deliriyordum. "Gülümsemeni görmek ne hoş." Gözlerim otomatikman sese dönerken, yüreğim ağzıma gelmişti. Korkmuştum be! Gülümsemem yavaşça sönerken mutfak kapısına yasladığı omzundan destek olarak doğruldu ve, "Beni görünce sönmesi ise hoş değil." diye mırıldandı. Omuz silktim. Ne diyeceğimi bilememiştim çünkü. "Yemeğini neden bitirmedin?" diye sordu yavaşça. Gözlerini üzerimde hissetsemde ona bakmayı reddettim. "Doydum." dedim bardağıma doldurduğum sudan bir yudum alırken. Biçimli kaşları çatıldı. "Ye." dedi kesin bir dille. Dilimi ısırdım. Bana emir vermesinden hoşlanmıyordum. "Doydum." dedim tam gözlerinin içine bakarken. Bana her dediğini yaptıramamalıydı. İnatçı tavrımı görünce kaşları yavaşça gevşedi ve başka bir yol denedi. "Sana, senden bahsetmemi istiyorsan yemeye başla." Cümlesini söylerken buzdolabına yönelmiş ve kendine bir elma almıştı. Kusursuz elleri elmayı yıkarken çok rahattı. Burası onun eviydi en nihayetinde. Bana doğru döndüğünde çatalımı alıp anlatmasını bekledim. Gözleriyle yemeğimi işaret ederken aynı zamanda sandalyeye kurulmuştu. Zarifti, bir Puma gibi. Evet, kesinlikle bir Pumaydı. Vay canına, bu çok... Seksi?

Anlatmaya başlamadan önce elmasını elinde çevirdi ve kirpiklerinin altındaki yeşil elmaslarını bana sundu. "İlk başlarda basit bir hoşlantı olduğunu sandım, yavaş yavaş büyüyen bir aşk olduğunun farkında değildim." Kızarmamı hoşnutlukla karşılarken, ezberden anlatmaya devam etti. "Eve bir kız getirmiştim." Tepkimi ölçmek için duraksadı. Kırmızının tonları beyazla yer değiştirdi ve yüzüm yeni rengine kavuştu; kül rengi. "O kızı gördüğünde çıldırdın." Gülümsedi. "Bana emir vermeye kalktın." Gözleri tehlikeli bir anın parıltısıyla kamaşmış gibiydi. "Bana Hazel, bana emir vermeye kalktın ki bunu yapmaman gerektiğini biliyordun. Bunu çok iyi bilmene rağmen bana emir verdin ve ben o zaman anladım, bana saplantılı bir şekilde aşık olduğunu." Bu ben miydim? Çıldıran? Düz bir sesle sordum sorumu. "Sana ne emri vermiştim ki?" Kaşları bir an çatılır gibi olsada, kendini çabuk topladı. "Bana ya kızı göndermemi ya da senin gideceğini söyledin." Cümlesi o kadar... tuhaftı ki? "Bu bir emir cümlesi değil ki Tuna, bu bir tercih imkanı."  Bana gülümsedi fakat gözlerine kadar ulaşamayan bu gülümseme zehir saçıyordu. "Kızı gönderdim." deyince tuhaf bir his oluştu vücudumda. Neydi bu? "Ama bunu yaptıktan sonra... seni de kovdum." Ah... Kendim hakkımda ek bilgi: Tuna beni kovmuştu. "Peki neden hala buradayım? Benden nefret ediyorsun, o zaman neden buradayım?" Bu sefer omuz silkti. "Fazla abarttığımı fark ettim diyelim." dedi bir ısırık bile almadığı elmasını elinde çevirmeye devam ederken. Bu çok utanç vericiydi. Bu ben değildim ki! Bana beni değil, yabancı birini anlatıyor gibiydi. Çatalıma bir köfte takıp ağzıma götürürken Tuna'nın sinir bozucu bakışları yine üzerimdeydi. Köfteyi ağzıma atıp çiğnemeye devam ederken bende Tunaya baktım. Yeşil gözleri sakindi. Kaşlarımı kaldırdım. "Emirlerime uy, Hazel. Kendimi ikiletmekten hoşlanmam." dedi. Kaşlarım istemsizce çatıldı ve kendimi ona öfkeyle bakarken buldum. "Bak Tuna," dedim derin bir nefes alarak. "Fatih, Hazel. Bana Fatih denmesini tercih ediyorum." Gözlerimi kapatıp, derin bir nefes aldım ve üzerine basa basa "Tuna," dedim tekrar. "6 aydır yanındaymışım ve bunca zaman bana baktığın için gerçekten teşekkür ederim. Fakat buna rağmen daha fazla sana yük olmak istemiyorum. Kendime bir iş bulup, en kısa zamanda ayrı bir eve çıkacağım." Bir solukta söylediğim cümleleri hazmetmesini beklerken o beklediğimin aksine gayet sakin görünüyordu. "Bana yük olmuyorsun Hazel. Burada kalmanı istiyorum." Sesi, cennetten düşme bir şarkı gibiydi. Ah, hayır. Bu sefer ona aşık olmayacaktım. Kesinlikle hayır!

"Burada en fazla 1 veya 2 ay daha kalacağım, ondan sonra gideceğim. Bu yüzden bu süre içerisinde bana emir vermezsen gerçekten sevinirim." Çenesini kaşıdı. "Buradan gidemezsin, Hazel." dedi, bunu söylerken tek kaşı yukarı kalkmıştı ve bu beni nedense en az söylediği cümle kadar germişti. "Ne demek gidemem Tuna?" dedim çatalı masanın üzerine bırakırken. Cümlelerim donmuş bir buz kütlesine dönmüş gibiydi. Beni burada esir tutacak hali yoktu ya? Gitmek istiyorsam, giderdim. Beni durduramazdı. "Gidemezsin, çünkü izin vermem." Katı sesinde soğukluk hakimdi. "Senden izin istemedim ki Tuna." dedim sesim biraz titrerken. Kaşları havaya kalktı. "Bana aşıktın." dedi üzerine basa basa. "Ve şimdi bana duygularının tek bir zerresini bile göstermiyorsun. Özellikle de..."

Gözleri gözlerimde bir süre oyalandı. Dudakları tuhaf bir gülümsemeye gebeydi.

"Özellikle de şimdi... Ben senden hoşlanmaya başlamışken gidemezsin."

+50 yorum gelmeden bölüm gelmeyecek..

BAĞDAT FATİHİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin