3- "AYKIRI"

6.2K 182 11
                                    

Hastaneden çıkış işlemlerini halleden Tuna beni arabasına bindirdikten sonra kendisini sürücü koltuğuna atmıştı. Arabası Mercedes'ti ve hiçbir şeyi hatırlamasam bile bu arabayı hatırlayabilmeyi ummuştum. Araba şahaneydi! Ben arabayı incelerken Tuna, makul bir hızda yol almaya başlamıştı bile. "Tuna?" dedim aslında sesini duymak amacıyla ama o bana öyle bir bakış atmıştı ki bir soru bulma çabasına girmiştim, neyse ki  Tuna beni bu durumdan kurtarmıştı. "Hafızanı kaybettin ama hala bana Fatih yerine Tuna diyorsun." dedi sahte bir sinirle. Gülümsedim. Sanırım bu hafızamın yavaş yavaş geri geleceği anlamına geliyordu. Doktor 'yavaş yavaş' kısmını vurgulasada ben kendime güveniyordum. Bence ben eşyalarımı falan gördüğümde direkt hafızam geri gelecekti. "Tuna daha güzel." diye fısıldadığımda gözlerini bir anlığına bana çevirdi. "Fatih de, Tunadan hoşlanmıyorum." Gözlerim yoldan ona çevrilince omuz silktim. "Tuna diyorsam yine devam etmeliyim, hafızamın yavaş yavaş geri geleceğini düşünürsek bence iyi bir başlangıç olur." Söylediğim sözle kaşları çatılınca benimde kaşlarım havaya kalktı. Bir şey söylemeyince bende kafamı arabanın camına yasladım ve hatırlamaya çalıştım. Ne hatırlamaya çalışmalıydım onu da bilmiyordum ki. Tuna mesela, onu hatırlamaya çalışınca başıma bir ağrı giriyor ve yeşil gözleri geliyordu gözlerimin önüne. Koyu yeşil gözlerinin içinde sevgide görüyordum ve bu birazda olsa rahatlatıyordu beni. Arabadaki ruhsuz sessizliği bozmak adına bir soru sormaya karar verdim. "Tuna?" dedim üzerindeki koyu lacivert takım elbiseye bakarken. "Evet?" dedi o da gözleri üzerimdeki kıyafetlere bakarken. Üzerimde kırmızı bir kazak ve siyah bir kot vardı. Bunlar Tuna'nın söylediğine göre benimdi ve elbiselerimi bile hatırlamıyor olmak garip bir duyguydu ama kötü değildi. "Kaç yaşındasın?" diye ilk aklıma gelen soruyu sormuştum çünkü kendi içimde çatışmalar yaşadığım için ne soracağımı unutmuştum. "27 yaşındayım." dedi bana bakmadan. İstanbul'un çıkışına doğru yaklaştığımızı görünce biraz endişelensemde bozuntuya vermedim. "Vay canına. Nasıl arkadaş oldum acaba seninle? Benden çok büyüksün sen." Dudağımı ısırmış ve gözlerimi açarak bakmıştım ona. Bu ifademi kaçırmayan gözleri arabayı bir garaja sokarken dudaklarıma kayan gözlerini zor çekmişti üzerimden. Arabadan çıkarken bana bir yanıt vermemiş ve bende arabadan indikten sonra hemen kilitlemişti arabasını. Omuz silkip onu takip etmeye başladığımda, garajdan eve açılan kapı mucize yaratmış gibiydi. Ev diyorum ama buradan bakıldığında beyaz korkuluklu merdivenler gözüme çarpıyordu ve çok hoşuma gitmiişti! Ben evine böyle hayran hayran bakarken o yüzünde hiçbir ifade bulundurmaksızın yüzümdeki ifadeyi inceliyordu. "Demek burada yaşıyorsun?" diye sorduğumda kafasını olumlu anlamda salladı. "Yaşıyoruz, demek daha doğru. Ayrıca evime ilk geldiğinde verdiğin tepkinin aynısını vermen beni korkutuyor." Söylediği söz garibime gitmişt. "Beraber mi yaşıyoruz?" dedim diğer dediklerini hiçe sayarak. Kafasını olumlu anlamda salladı ve merdivenlerden yukarı çıkmaya başladı. Onu takip ederken evi incelemeyi kesemiyordum. Merdivenden yukarı çıkana kadar çeşitli renklerde ve boyutlarda tablolar vardı. Hem merdivenleri çıkıp hemde tablolara bakarken son basamağa geldiğimde ona çarptım ve bu canımı acıtsada diğer tehlikeli şey merdivenden düşecek olmamdı! Beni kolumdan tutarak sabitlediğinde dudakları saçlarıma değmişti. Bu dokunuşu es geçtim ve ona baktım. Gözleri tekrar dudaklarımda olsa da gözleri öfke saçıyordu. "Kendini öldürmek mi istiyorsun?" Sesi sakin çıksada gözleri kendini ele veriyordu. "Pardon." dedim gözlerimi ondan çekip. Bu bakışı korkutucuydu. Gözlerini kapatıp sinirle soluduğunu işittim ardından kolumu bırakmıştı. "Burası senin odan." İşaret ettiği yer merdivenin hemen karşısındaki odaydı. Kapıyı yavaşça açarken bandajlanan karın boşluğuma elimi koydum, çünkü sızlamaya başlamıştı ve elimle bastırmak iyi geliyordu. Kapıyı sonuna kadar açtıktan sonra içeri girmeden baktım odaya. Tuna büyük bir dikkatle izliyordu beni. Oda tamamen beyaza boyanmıştı, hemen kapıdan baktığımda karşımda bir çalışma masası duruyordu. Çalışma masanın hemen üzerine 7 tane raf koyulmuştu ve üzerleri kitaplarla doluydu. Tanıdıklık hissi veren kitaplarıma doğru gitti ayaklarım. Küçüklüğümden kalma Peter Pan kitabını görünce duraksadım. Nefes alış verişim sıklaşınca bir yere tutunma ihtiyacı hissettim. Elini belime koyan Tuna'nın bakışları ateşler saçıyordu. "Ne oldu?" diye fısıldadı kulağıma doğru ve derin bir nefes aldı. Kitabı elime alırken Tuna'nın belimde duran eli gerçekliğini koruyordu. "Babam vermişti. 12 yaşında falandım. Sana söylemiş miydim?" Fısıldayarak söylediğim sözlere eklenen gözyaşlarımla ona bakınca gözlerini kaçırdı. "Evet." dedi odada gezinen gözleri bana dönmezken. "Anlatmıştın."Kitabı yerine koyarken ellerinden sıyrıldım ve odayı incelemeye devam ettim. Sol tarafa döndüğümde çift kişilik yatağın üstünün darmadağınık olduğunu gördüm. Eh, bu beni biraz rahatlatmıştı. Çünkü dağınıktım ve vazgeçilmez bu özelliğimden feragat etmemiş olmak beni mutlu etmişti. Duvara monte edilmiş gömme bir dolap vardı. İçini açmadan etrafıma bakındım biraz daha. Yatağımın sağ tarafında bir boy aynası ve sabitlenmiş bir makyaj masası vardı. Üzerinde çok az şey vardı. Bu da mantıklıydı çünkü ben çok fazla makyaj yapmazdım. Gömme dolaba yöneldiğimde gözlerim Tuna'ya döndü. "Bunları hatırlamaman çok tuhaf." dedi çatık kaşları arasından. Kafamı olumlu anlamda sallarken "Evet." dedim. O odadan çıktığında yalnız kaldım ve dolabın kapağını açtım. Kırmızı kaban şeklinde bir montum vardı askıda. Siyah ince askılı bir elbise ve ona benzer birçok elbise daha dizilmişti ve bu tuhafıma gitmişti. Ben gece elbisesi giymezdim. 2 yıl içinde aradan çok fazla zaman geçmişti ve benim değişmiş olmam pek olası olmasa da, değişmiştim demek ki. Sağ taraftaki raflarda bana daha uygun giysiler vardı. Pantolonlar, tişörtler, kazaklar, ayakkabılar, botlar vesaire. Bunlardan sıkılınca dolabın kapağını kapattım. Etrafı incelemeye devam ederken eskiye dair hiçbir şeyimi görememek benim için kötüydü. Yatağın yanındaki küçük komidine eğildiğimde yaram acımıştı ve ben kendimi direkt yatağa atmıştım. Gözlerimi kapatıp acının geçmesini beklerden, gözlerimi açtığımda karşımda beliren bir çift yeşil göz korkudan zıplamama ve onu da üstüme düşürmeye itti. Tuna'nın refleksleri iyi olmasaydı yaram kesin açılmış olacaktı çünkü eliyle yataktan destek almıştı ve gögsü gögsüme değerken karnı karnıma değmemişti. Gözleri benim gözlerimde fazla oyalanmadan dudaklarıma inince bende istemsizce baktım dudaklarına. Kıpkırmızı dudakları vardı, uğrunda ölünebilecek. Nefesim hızlanırken aniden kendine geldi ve hemen toparlandı. "İyi misin?" diye sordu ben anın şokunu atlatamamışken. Kafamı olumlu anlamda sallarken neye olumlu yanıt verdiğimi bilmiyordum. "Öyleyse beni üzerine düşürmeden önce neden gözlerin kapalıydı?" dedi o güzel sesini mırlar gibi çıkarırken. Açıkcası çocuk hiçte mırlar gibi konuşmamıştı, bu tamamen benim içimin fesatlığı. "Ben düşürmedim sen düştün. Birden eğilince yaram sızladı, onun için uzanayım dedim." Bana inanmazlıkla parlayan gözleri sözlerimin sonlarına doğru yine üstüme eğildi ve kırmızı kazağımın eteklerini yukarıya kaldırmaya başladı. "Ne yapıyorsun Tuna?" dediğimde nefesim çok amaçsızca kesilmeye başlamıştı. "Yarana bakacağım." Dediği şeyle kafamı sallarken soğuk ellerinin tenime değmesiyle ürperen tenimin kırmızıya dönmemiş olmaası beni çok şaşırtmıştı. O sıralarda Fatih Tuna Han'ın da nefesi hızlanmıştı ve bunu belli etmemek için çok çaba harcıyordu. Yarası yerine, kırmızı kazağının altındaki beyaz tenine bakıyordu. Neredeyse bandajdan bile beyaz ve kusursuz olan teninde bu bandaj çok çirkin duruyordu. Yutkunduktan sonra derin bir nefes aldı fakat şeytanı tekrar çeldi aklını. "Dokun ona."  Şeytanının kafasındaki yankısı öyle büyük oldu ki biran elleri daha ileri gidecek gibi oldu ama kendine hakim olmayı başarabildi. Şeytanına içinden sırıtırken yarasının kanayıp kanamadığına bakarken içinden mırıldandı. "Ben kazandım." Şeytanı öyle bir kahkaha attı ki beyninde hapis olan düşünceleri bile ürpermişti. "Göreceğiz." diyen şeytanı, Fatih'in gözlerini kışkırtıyordu. Ona bakan şaşkın bakışları gören Fatih Tuna Han, kendini dizginledi ve hızla ayrıldı odadan.Aslında ellerinin, sıcak tenime değmesi ürpertse de hoşuma gidiyordu fakat aniden hızla odadan ayrılınca neye uğradığımı şaşırmıştım. Hafızamın geri gelmesini ve onun neden böyle garip davrandığını anlamak için belki de o an her şeyimi feda edebilirdim. 'dedi kız, zaten her şeyini feda ettiğini bilmeden.

Merhabalar! Bağdat Fatihi'nde üçüncü bölümümüz. Lütfen yorumlarınızla bana destek olun. :)

Sizce Fatih Tuna Han, Hazelle ne yapmayı planlıyor? Neden onu evine getirdi?

-Mihri.

BAĞDAT FATİHİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin