2- "O Eskiler"

7.1K 196 45
                                    

Hazel Altınok'tan...

Düşüncelerimin izinde kaybolmuştum. İlerledikçe harfler bariyer oluşturuyor, geçişe izin vermiyorlardı. Ne tarafa yönelsem karanlık beni içine alıyor ve süratle fırlatıyordu ışığa doğru. O kadar korkunçtu ki hatırlayamamak!

"Merhaba Hazel." diyen beyaz önlük giymiş bir doktora öylece baktım. Bu sabah gelen doktordu. Ben çığlıklar atarak uyandığımda gelmiş ve hafızamın 2 yıl kadar geriye gittiğini açıklamıştı. Her ne kadar ona inanmak istemesemde beni inandırmak için ellerinden gelen her şeyi yapmışlardı. Haberler, gazeteler, telefonlar, akla gelebilecek her şeyi göstermişlerdi ve ben 2015'te değilde 2017 de olduğumuza inanmıştım. O kadar bölük pörçüktü ki her şey. Garipti. Gözlerimi kapattığımda aklıma sadece ailemin geliyor oluşu, şuan 18 yaşımda değilde 20 yaşımda oluşum... Çok tuhaftı. "Hazel?" diyen doktora doğru baktım. "Evet?" dedim sesimin ne kadar pürüzlü çıktığını düşünürken. "Nişanlın burada. Onunla görüşmek ister misin?" Doktorun dediği şeyle aklım daha da karıştı. "Nişanlım mı?" diye sordum bu sefer. Üzerimdeki mavi hastane önlüğüyle çok rezil görünüyordum ve eğer benim bir nişanlım varsa sanırım onun beni böyle görmesini istemezdim. "Evet Hazel. Yaklaşık 6 ay olmuş nişanlanalı." Kafamı olumlu anlamda sallarken, her şey sırayla diye düşündüm. "Onu görmek ister misin?" Kafamı yine olumlu anlamda sallarken, doktor bana anlayışla bakıyordu. "Hazel, onun gerçekten nişanlın olup olmadığını öğrenmek için senin yanında birkaç soru sorayım ve sende doğruluğunu test et, olur mu?" Kafamı üçüncü kez olumlu anlamda salladım. Kapıdan çıktı ve birkaç dakika sonra geri geldi. Arkasında genç bir adam duruyordu. Yanaklarım nedensizce kızardı ve ben bunu saklamak adına hiçbir girişimde bulunmadım. Yeşil gözleri, kuzguni siyah saçları ve güzel kırmızı dudakları vardı. Elmacık kemikleri fazlasıyla çıkıktı ve küçük kemerli burnuyla resmen 'imkansız' diye bağırmama neden olacak kadar yakışıklıydı. Uzun boyluydu ve geniş omuzlara sahipti. Elinde çevirip durduğu telefonu ve benden başka her tarafa bakan gözleriyle fazlasıyla gergin görünüyordu. "Hazel." diyen doktora döndürdüm gözlerimi. "Evet?" diye fısıldadım sesimin pürüzlüğünü en aza indirebilmek adına. "Fatih Tuna Han. Senin nişanlın." Bu sözleriyle gözlerim tekrar ona döndü. Bu sefer gözleriyle karşılaşınca kendimi çok garip hissettim. "Merhaba Hazel." dedi güzel tonlu sesiyle. Gözlerinde en ufak bir sevgi belirtisi olmaksızın bakıyordu gözleri ama gergindi. Hemde çok gergindi. "Merhaba." dedim tekrar fısıltıyla ve bu soğuk gözlerden kurtulmak amacıyla doktora döndüm. Doktor beni anlamış gibi Tuna'ya (Fatih demek yerine Tuna demeyi tercih ettim) döndü ve onu bir sandalyeye yöneltti. O otururken gözlerimi ona çevirmemek adına kendimle savaş veriyordum. "Fatih bey" diye başlayan doktora dikti gözlerini ve böylece bende ona bakmaya başladım. "Hastanemizin kuralları adına onun nişanlısı olduğunuzu kanıtlamak amacıyla birkaç soru sormamız gerekiyor." Fatih Tuna Han, kafasını olumlu anlamda sallasa da sanki bir sınava girecekmiş gibi endişeli duruyordu. "Öncelikle Hazel Hanım'ın doğum tarihini rica edebilir miyim sizden?" Tuna rahatlamış gibi bana baktı ve hafifçe gülümsedikten sonra cevapladı. "28 Ocak 1997" Doktor bana dönünce gözlerimi ondan ayırdım. "Doğru." dedim tek kelimelik bir cevapla. Doktor tekrar Tuna'ya döndü. "Annesi ve babasının adı?" diye sorunca gözlerimi kapattım. Hala çok yeniydi acıları. Ona anlatıp anlatmadığımı bilmemekse daha kötüydü. Hiçkimseye açmamıştım içimi ama onunla nişanlanacak kadar ileriye gitmişsem anlatmış olmam muhtemeldi. Gözlerimi açmadan dinledim cevaplarını. "Hazel 14 yaşına yeni girdiği sıralarda vefat etmişler. Annesinin adı Oya babasının adı ise... Kerem." Duraksadığında gözlerimi açmış ona bakmıştım. Onun gözleriyse doktordaydı. Birkaç dakika sonra gözlerini bana çevirdiğinde gözlerindeki soğukluk yerini başka bir şeye bırakmıştı. Ne olduğunu anlayamasam da soğuk olmasından daha iyiydi bu bakışları. Yeşil gözlerinde baharı yaşıyormuşum gibiydi. Gözleri yüzümde birkaç saniye daha oyalandıktan sonra doktora döndü. "Doğru." dediğimi işittim. Doktor bunun üzerine birkaç tane daha özel soru sorduktan sonra odadan çıktı ve ben onunla yalnız kaldım. Sandalyesini yatağımın başucuna getirdikten sonra bana bakmaya başladı. Ne diyeceğimi bilemiyor, ona bakmaktanda alamıyordum kendimi. Gözleri gözlerime gelince hemen kaçırdım gözlerimi. Yanaklarıma hücum eden kan, yanaklarımın pespembe olmasına sebep olunca yatağıma biraz daha gömüldüm. "Hazel?" dedi ben ona inatla bakmamayı sürdürürken. "Efendim?" dedim ama yine de ona bakmadım. "Sana söylemem gereken şeyler var." deyince bu merakımı cezbetmişti. Ona döndüm ve merakla bekledim. "Sen ve ben nişanlı değiliz, sadece arkadaşız." Gözlerim bir 'o' şeklini alırken, aklımın bir köşesinden şu sözü duydum; Sana bakmasına imkan yoktu zaten. Doğru olan bu sözler onun sözleriyle tasdiklenmiş oluyordu. "Anladım. Peki neden nişanlısıyım dedin?" Sorum sesim yüzünden biraz kötü anlaşılmıştı ama ondan yardım istemekte istemiyordum. Elimi yanımda bulunan komidinin üzerindeki sürahiye uzattım ama karnımda beliren acıyla yüzümü buruşturdum. Tuna birden üzerime eğilince, çok yakın gelmişti. Nefesi yanağımı okşarken sordu; "İyi misin?" Kafamı olumlu anlamda sallarken geri çekilmesini istiyordum. Yanaklarım iyiden iyiye kırmızıya boyanmıştı zaten daha fazlasına ihtiyaç yoktu. Yavaşça geri çekilirken gözlerime bakan gözlerinde birkaç kıvılcım peyda olmuştu. Bir bardağa su doldururken anlatmaya başladı. "Arkadaşıyım desem bana bilgi vermezlerdi. Ağzımdan öyle çıkınca gerisini getirmek zorunda kaldım." Bardağı bana uzattı ve tekrar yerine oturdu. Suyu bir dikişte bitirdim ve gözlerim tekrar onu buldu. Elimdeki bardağı alıp tekrar yerine koydu. Gözlerindeki soru işaretleri benimkilerden fazla gibiydi. "Nasıl arkadaş olduk peki?" Gözlerini bana bakmaya daha fazla tahammül edemiyormuş gibi başka bir tarafa dikti. "Aslında seni birkaç belalı tipten kurtarmıştım. Sonra gerçekten samimi olduk." Söylediği sözler benim karakterimle çok fazla çelişiyordu. 2 yılda bu kadar fazla değişmiş miydim yani? Ben, değil samimi olmak biriyle arkadaş bile olamazdım ki. Ailemin ölümü üzerine içime kapanmıştım ve bunun 2 yıl sonra böyle olmadığını bilmek kendimi iyi mi hissettirmeliydi emin olamıyordum. "Garip." dediğimde gözleri bana döndü. Yeşil gözlerindeki patlayan ışıklar, havai fişek etkisi yaptı bende. "Ne garip?" Ses tonundaki bazı tınılar beni ürkütsede bunun üstüne çok düşmedim. "Yani ben öyle hemen biriyle samimi olacak türde biri değilim." Söylediğim cümle onda pek etki yaratmasa da içeriye giren biri tarafından sohbetimiz bölündü. "Fatih bey, istediğiniz paketi getirdim." İçeriye giren orta yaşlardaki adam elindeki poşeti Tuna'ya uzattı ve beklemeden çıktı. "Seninle arkadaş olabilmek için günde 3 kez bu paketten gönderiyordum." Elindeki poşeti bana uzatınca şaşkınca baktım ona. Nedense tavırları hiç arkadaş gibi gelmiyordu. Beni tanımıyor gibiydi, sanki benimle ilk kez konuşuyor gibi. Buna da pek takılmadan poşeti açtım. İçinde bir kutu çikolata duruyordu! Hemde en sevdiklerimden! Gülümseyişim yüzüme yayılırken kutuyu açtım ve hemen bir tanesini ağzıma attım. Çikolata ağzımda erirken bende mutluluktan erimek üzereydim. Kutuyu ona da uzattım. Bana gülümseyince nedense bende kendimi gülümsemek zorunda hissettim. "O çikolataları o kadar çok seviyorsun ki, en son bir tane alayım dediğimde parmaklarıma veda ediyordum." Gülümseyerek söylediği sözlere karşılık bende gülümsedim ve birkaç tane daha attım ağzıma. "Nereye yolluyordun?" dediğimde gülümsemesi soldu. "Anlayamadım?" dediğinde, ağzımdaki çikolataların bitmesini bekledim. "Dedin ya 'Seninle arkadaş olabilmek için günde 3 kez bu paketten gönderiyordum' diye. Onu diyorum. Nerede yaşıyordum?"  Aralıksız söylediğim cümle nefesimi kesmişti. Ben doğru düzgün nefes alabilmek adına biraz sakinleşirken o düşünceli gözüküyordu. Sonra nedense kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi. "Bunları sonra konuşuruz. Şimdi hazırlan, eve gidiyoruz." dedi beni şok içinde bırakırken.Aynı sıralarda Fatih Tuna Han'ın kafasının içindeki çatışmalarda dur durak bilmiyordu.

Şeytanı sinsice gülümsedi. "İstediğini aldın." dedi Fatih Tuna Han'ı darmadağın etmek istercesine.

Evet 2.bölümümüzde yayında. Lütfen yorumlarınızla görüşlerinizi belirtin! Teşekkürler şimdiden :)

-Mihri.

BAĞDAT FATİHİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin