Elimden geldiğince uzun tutmaya çalıştım, iyi okumalar :)
Rüzgâr, kısa saçlarımın açıkta bıraktığı ıslak ensemi nazik bir şekilde okşuyordu. Son iki dersimiz bedendi, öğretmenimiz ilk ders konuyu işleyip ikinci ders boş bırakıyordu. Bende bunu fırsat bilip okulun bahçesindeki büyük ağacın altındaki masalı banklara yerleşip kendimi müziği kollarına bırakıyordum. Başımı masaya koyup kollarımı kendime yastık yapmıştım. Rüzgâr, yavaş şarkıya uygun dans ederken huzuru yakınımda hissediyordum. Ensemde hafif bir baskı hissettiğimde rüzgâr bu hareketlilikten ürküp dans etmeyi bırakmıştı. Huzurumu kaçıranın ne olduğuna bakmak için kafamı masadan kaldırdım. Karşımda masummuş gibi gülümseyen Atilla’yı görünce şaşırmadım, huzurumu Atilla’dan başka kim kaçırabilir ki zaten?!
“Nasıl oluyorda terli tenini öpmekten bile zevk alıyorum?” diye sordu masanın üzerine otururken.
“İğrenç olduğunu söylemiş miydim?” küçümseyen bakışlarımla ona baktım.
“Defalarca.” Dedi omuz silkerek.
“Ama sen anlamamışsın, bir kez daha söylüyorum iğrençsin.” Dedim son kelimeyi vurgulayarak.
“İğrenç değilim meleğim sadece aşığım.” Dedi elini nazik hareketlerle kalbinin üzerine götürüp parmaklarını oynattı, kız taklidi yapmaya çalışıyordu aklınca. Aslında buna gülebilirdim ama hayır onunlayken gülmemeye yeminliydim. Cevap vermeyeceğimi anlamış olacakki konuyu değiştirip devam etti “Ee bugün ne yapıyoruz?”
“Bugün uslu kızım, eve gidip babamla yemek yiyeceğim.” Dedim yanaklarımı şişirerek.
“Doğum günün falan mı hayrola?” dedi masaya iyice yayılırken.
“Özel bir şey değil, her ay yaparız. Bir saniye bunu neden sana anlatıyorum ki ben?” boş boğazlılık yapmıştım yine.
“Neyse…” dedi son cümleme alınmış gibiydi “ benimde evde olmam gerek zaten, annem yine donatmıştır masayı.” Dediğinde başımı öne eğdim. “Sahi seninki nerede?” diye sorduğunda bakışlarımı yerden ona çevirdim.
“Öldü.” Dedim keskin bir ses tonuyla. Atilla’nın yüzü düşerken bakışlarımı bahçenin diğer köşesindeki kızlara çevirdim, kahkahalar atıyorlardı her zamanki gibi. Ota boka gülüyorlardı ve bu bana çok saçma geliyordu. Elimin üzerinde sıcaklık hissettiğimde bakışlarım önce elime ve elimi üzerindeki ele daha sonra Atilla’ya kaydı.
“Üzgünüm, merakıma yenik düştüm.” Dediğinde bakışlarımı tekrar ellerimize çevirdim. Üzerime düşen sersemlikten kurtulduğumda elimi hızla elinin altından çektim.
“Sorun değil, ben bu gerçekle büyüdüm, alışkınım yani.” Dedim omuz silkerek. Telefonumun masanın üzerinde titreyerek hareket etmesi sessizliği bozdu. Arayanın babam olduğunu görünce kaşlarım çatıldı.Telefonumu kulağıma götürürken Atilla bana bakıyordu.
“Efendim baba?”
“Mina çok özür dilerim ama yemeğe katılamayacağım.” Derken sesindeki suçluluk duygusu kendini belli ediyordu.
“Şaka yapıyorsun değil mi? Hiç komik değil baba.” Dedim soğukkanlılıkla.
“Üzgünüm işim çıktı kızım.” Dediğinde öfkem kendini göstermeye başladı.
“Lanet olsun baba! Ayda bir kere sırf senin için kendimden uzaklaşıyorum ama sen bunun için bir işini bile erteleyemiyorsun!” diye bağırdım, babamı telefonunu kulağından uzaklaştırdığını tahmin edebiliyordum.
