2 ay sonra…
Yutkundu, "Mina, lütfen. Bana, yüzüme bak." Sesindeki kırgınlık kendini belli ediyordu. Her ne kadar bu kırgınlık içimi dağlasa da yüzüne bakmamaya inat ettim çünkü biliyordum ki yüzüne baktığımda, gözleri gözlerimi bulduğunda içimdeki fırtınalar şiddetlenecekti ve ben bu sefer, her zaman olduğum gibi güçlü kalamayacaktım. Titrek bir nefes aldı ve devam etti “Anlayamıyorum… Bir gün bana yakın davransan ertesi gün sanki dün hiç yaşanmamış, beni ilk defa görüyormuşsun gibi davranıyorsun. Sen kafamda bir soru işaretisin, belirsizliksin ve bu belirsizlik beni çıldırtıyor, buna son vermek istiyorum ama sen hep kaçıyorsun, aynı şuan yaptığın gibi.” Ne diyeceğimi bilmiyordum. ‘Evet Atilla, ben bir korkağım. Duygularımla yüzleşmekten korkuyorum!’ Üzgünüm ama bunu söylemeye cesaretim yoktu. Yine derin bir nefes aldı, söyleyecekleri bitmemişti anlaşılan. “Bir diyorum bu kız beni seviyor ama sonra tek kelimenle vazgeçiyorum düşüncemden o kimseyi sevemez diyorum…” O kimseyi sevemez, bu sözün ardından gözlerimi yumdum, dışarıdan bu kadar bencil gözüküyordum demek. “sonra diyorum saçmalama Atilla, o öyle biri değil; belki de sadece beni sevmiyordur belki de çok zorluyorumdur onu.” Ah hayır böyle düşünmemeliydi. “Konuş Mina, ne olur konuş. Ne yapmam gerek bilmiyorum bana yol göster.” Dedi burnunu çekerek, ağlıyor muydu? Başımı yasladığım dizlerimden kaldırıp ona baktım, gözlerindeki kızarıklığın sebebi ben miydim? İstediğini yapıp ona bakmıştım ama şimdide o bana bakmıyordu. Kumları avuçlayan eline takıldı gözüm, elimi harekete geçirip elinin üzerine götürdüm. Pürüzlü elinin üzerinde parmaklarımı dolaştırdığımda bana baktığını hissedebiliyordum. Elimi elinin altına sokup parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim. Kendimi ona yaklaştırırken elini karnımın üzerine getirdim. Ona dokunmayı seviyordum,
onun her hücresini hissetmeyi seviyordum. Yeterince yaklaştığımda başımı omzuna yasladım, hissetmemesi için hafif bir öpücük kondurdum, tekrar gözlerimi yumdum. Bir süre sessizlik oldu, soluklarını duymayı az önceki konuşmasına tercih ediyordum. O gün Oğuz ile konuştuktan sonra Atilla ve annesiyle yemek yedik ve bunu her hafta tekrarladık. Semra Teyzeyi kendime çok yakın hissediyordum ve onun yanındayken Atilla ile de oldukça iyi anlaşıyorduk, onun yanında olmadığımız zamanlarda da iyi anlaştığımız oluyordu elbet. Son iki ayda oldukça yakınlaşmıştık; ona sarılıyordum, yanağını öpüyordum, omzuna başımı yaslıyordum bazen bir çift gibi oluyorduk. Böyle olmayı seviyordum ama sadece o an, birkaç saat sonra kendimi azarlıyordum çünkü bana göre Atilla bir zayıflıktı ama yine bana göre o bana iyi geliyordu. Daha kendi içimdeki çelişkiyi sonlandıramamışken ona ne diyebilirdim ki?
“Keşke birde konuşsan.” Dediğinde dudaklarımı araladım “Buda benim konuşma tarzım.” Diye fısıldadım. Gülümsediğini hissediyordum, onu öyle düşününce bende istemsizce gülümsedim. “Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?” dediğinde başımı salladım. “O zaman kabul ediyorsun?” dediğinde yutkunup başımı salladım. Ani bir hareketle yüzüme bakabilmek için geriye çekildiğinde dengem sarsıldı. “O zaman artık sevgilimsin.” Derken göz bebekleri büyümüştü. Gözlerine odaklanmayı bırakıp dikkatimi söylediklerine verdim. Bunu yaptığım gibi kaşlarım çatıldı. “Ne? Sevgilin miyim? Bir dakika, bir dakika sen neyi kabul ettiğimi sandın?!” derken elimi elinden çektim.
“Sevgilim olmayı.” Derken elini uzatıp elimi tuttu.
“Hayır aptal! Ben hislerimi kabul etmiştim!” diye bağırdığımda bunu bu kadar sesli söylediğime inanamayıp gözlerimi büyüttüm. Yüzündeki şaşkın ifade yerini gülümsemeye bıraktı.
“Bence bu konuyu benim anladığım gibi kabul edip burada kapatalım. Bir de teklif için uğraştırma beni, herkesin içinde balonlarla önünde eğilmemi istemezsin herhalde.” Dediğinde başımı iki yana salladım. Üzerime doğru geldiğinde refleks olarak çekildim ama o gelmeye devam etti. Gövdem kum zeminle buluştuğunda Atilla üzerimdeydi. Kulağıma eğilip “Artık benimsin.” Dediğinde içim ürperdi, onu arzuluyordum ve o da bunun farkındaydı, bu kozu ustaca kullanıyordu.Üzerimden doğrulup ayağa kalktı, elini uzatıp benimde kalkmama yardımcı oldu. Akşamın ayazı göstermişti kendini, elimi bırakmadan yürümeye başladığında biraz gerisinden onu takip ettim. “Bu arada…” deyip durdu ve bana döndü “parmaklarınla elime yaptığın şey çok tahrik ediciydi.” Dediğinde gözlerimi devirdim, gülerek önüne döndü ve yürümeye devam etti. Uzun yol boyunca tek kelime etmemiştik ve nedendir bilmem içime karamsarlık düşmüştü, Atilla’nın da böyle hissettiği suskunluğundan anlaşılıyordu. Evimin önüne geldiğimizde kilimin altındaki anahtarla duvara monte edilmiş posta kutusunu açıp içinden evin anahtarlarını çıkardım. Atilla “Güzel güvenlik.” dediğinde kıkırdadım. Kapıyı açıp Atilla’ya döndüm. Birkaç saniye yüzüne baktıktan sonra derin bir nefes aldım “Düşündüm de babam evde değil, belki içeri girmek istersin?” dediğimde kaşlarını kaldırdı ve başını sallayıp içeri girdi. Ona ben üzerimi değiştirirken salona geçip oturmasını söyledim. Dolabımdan eşofman takımımı çıkarıp giydim. Üzerimdekileri kirli sepetine atıp ellerimi yıkadıktan sonra ıslak ellerimi enseme götürdüm, saçlarım artık ensemi kapatıyordu. Aynada kendime birkaç dakika baktıktan sonra dolaptaki toka kutusunun içinden bir tel toka alıp önüme düşen saçımı tutturdum. Atilla'yı gerçektende evime davet etmiştim ve bu midemde bir şeylerin hareketlenmesine neden oluyordu. Salona girdiğimde Atilla koltuğa oturmuş, sakin sakin duruyordu.