12.Bölüm - Değişim

248 11 11
                                    

Beş yıl sonra

Geçmişe dönüp baktığınızda, yaşadıklarınızı ya da hayatınızdaki insanları şöyle bir gözden geçirdiğinizde her seferinde biraz daha şaşırırdınız. Belki bir sevgili belki bir arkadaş ya da aileniz. Nasıl diye düşünürsünüz, onunla nasıl arkadaş olmuşum, nasıl çıkmışım ya da ona nasıl güvenmişim? Nasıl bu kadar kör olabilmişim?

Şimdi dönüp baktığımda ben de şaşırıyordum. Kendi halime, deve kuşu misali kafamı gömdüğüm toprak parçasını ne kadar büyüttüğüme şaşırıyordum. Bu kadar zaman sonra oturup düşününce bütün detayları hatırlamam elbette imkansızdı ama şu kadarını söyleyebilirim o gece, Burrows'ların evinde kaldığım o gece değişimin işaretiydi sanki.

Şimdi*

 Ölü gibi uyuduğumu hissederken zihnim soğuk, ıslak bir buluta girdi ve kahkahalarla uyandım. Buz gibi su saçlarımdan yüzüme, oradan iç çamaşırıma kadar girmişti. Sıçrayarak ve küfürler eşliğinde uzandığım yerden fırlarken kahkahalar kulaklarımı tırmalıyordu.

‘’Keith! Seni sikik domuz!’’ diye cırlarken Karen’ın kötü kadın kahkahası daha da şiddetlendi. Üzerimden akan soğuk sularla yavru köpek gibi yatağımın yanında durdum ve gözlerimi dikip bütün öfkemle onlara baktım.

 Karen az önce yattığım ıslak yerin üzerine serilmiş gülerken Keith son bağırışımla onun üzerine yıkılmıştı. Kucak kucağa kahkahaları boğazlarını tıkarken gözüme hiç de neşeli gözükmüyorlardı. Homurdanarak arkamı döndüm ve kurulanmak için banyoya giderken ''Siz öldünüz!'' diye tehditler homurdanıyordum.

Henüz banyo kapısına yaklaşamadan korkunç bir fren sesi duydum. Takiben filmlerde duyabileceğiniz kadar şiddetli bir patlama sesi geldi. Hızla arkama dönerken mekan değişti, kendimi mezarlıkta buldum. Hızlı mekan değişimi bir şeylerin yanlış olduğunu kanıtlıyordu ama herşeyi siyah beyaz görmemi nasıl açıklayacaktım bilmiyordum.

Hala sırılsıklam olduğumu esen sert rüzgar iliklerimi salladığında fark ettim. Gözlerim tam önümde duran iki tahta parçasına takıldı. Karen Stevens ve Keith Stevens. Gerçek rüzgara katılıp algılarımı sarsarken başım dönüyordu. Soğuğa tutunmaya çalıştım, soğuk gerçeklikti. Acı gerçeklikti. Ama faydası yoktu. Kendi sesimin ''Siz öldünüz!'' diye bağırdığını duydum, göz yaşlarım çeneme ulaştı. Ağlıyordum.

Gözyaşlarımdan görüşüm bulanıklaşmaya başladığı sırada biri beni çekti, sırtüstü sert bir zemine çarptım ve nefesim kesildi. Simsiyah gökyüzüne gözlerimi açarken soğuk her yandan bedenimi ısırıyordu. Doğrulmak için beynime komut verdim ama yapamıyordum. Beni orda tutan bir şey vardı sanki, beni oraya mıhlayan. Tam önümdeki siyah fonda bir yüz belirdi.

Fiona. Hiç konuşmadan bana tepeden bakıyordu. Yüzündeki ifadeyi çözmek çok zordu ama yüzler birbiri ardına değişmeye başlayınca zihnimin kontrolünü kaybettim. George, Lily, David, Jack, Gregor, Naomi hatta Bayan Keller'ın yüzü tepemdeki silüette ardı ardına belirirken hıçkırmaya başlamıştım.

Başıma keskin bir ağrı saplandı, ellerimi gözlerime kapatıp küçük mabedimde kıvrılırken gözlerimi sımsıkı yumdum. Acı geçmiyordu, soğuk geçmiyordu. Öyleyse bütün bunlar gerçek miydi? Bir ses beynime fısıldadı, tanıdık ve artık duymaktan bıktığım o ses. Charles'ın sesi.

''Sana yardım edebilirim.'' diye fısıldadı. Gözlerimi daha sıkı yumdum. Ama ses susmuyordu. Sürekli, bir ayin gibi tekrarlıyordu. ''Sana yardım edebilirim. Sana yardım edebilirim. Sana yardım edebilirim.'' Gittikçe artan soğuğa ve acıya dayanamayıp ''Nasıl?'' diye bağırdım. ''Nasıl!'' 

Toprak üzerime yağmaya başladı. Ağzımda toprağın soğukluğunu tattım. Toprak gözlerime girdi, kulaklarıma doldu. İçime aktı toprak. Toprak ben oldum. 

Sonun BaşlangıcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin