Belki

102 3 0
                                    

 

  
   Rüzgar dolaşıyordu içimde sanki. Göğsümün üzerinde beyaz kuşlar uçuşuyordu. Uçarken, beni iyileştiriyorlardı, hafifliyordum.

Babamın burada, birkaç adım ötemde olması devasa endişemin sebebiydi. Ne yapabilirdim? Burada olmamalıydım, beni kesinlikle görmemesi lazım diye düşünürken Tuğra beni hengâmemden azat etti. Telaştan neler söylediğimin farkında olmadığım o anda, kolumda hissettim güçlü parmaklarını. O ihtişamı bin metre öteden belli olan odasının varisiyken, en görkemli masasına doğru sürükledi beni. Daha kolumdaki elinin varlığına, bende bıraktığı etkisine alışamamışken, masanın altına doğru yavaşça eğdirdi bedenimi. İtiraz ettim, dikleşerek yüzüne baktım.

"Ne yapıyorsun?" diye hayretle sorduğumda aceleci davranıp, "Buraya girmek zorundasın." diyerek cevapladı beni.

"Giremem," dedim süklüm püklüm bir hâlde. Kendimi bu kadar aciz hissetmem, güçsüz hissetmem normal değildi. Ona karşı gelip son derece kararlı dursam bile, sonuç olarak ona boyun eğeceğimi biliyordum. Hep öyleydi... Ben ne dersem diyeyim, Tuğra'nın karşısında boynum kıldan inceydi. Rutin olayların kazananı hep oydu.

Kafasını diğer tarafa çevirdi. Dudaklarını sertçe keskinleştirerek kendi tarzıyla sabır çekti. Tekrar bana döndü. "Başka bir fikrin mi var?"  diye sorduğunda başımı eğdim. Gözlerimi sıkı sıkıya yumdum. Herhangi bir cevap vermemem, yeniden konuşmasına hak tanıdı.

"Nilüfer... Sanırım, babanın seni benim şirketimde, benim odamda görmesi çok doğru karşılanmaz diye düşünüyorum. Baban, ağabeyinle aynı değil. Bu yüzden seni saklamalıyım." deyip, yeniden kolumu aldı mengenesine. Demiştim ya, boynum kıldan ince... Kabullendim. Beni küçük bir kız çocuğunu saklambaç oyununa zorla dahil eder gibi, masasının altına sıvıştırdı. Belimi nazikçe destekleyerek sivri kenarlarına çarpmamı engelledi. Nefesim boğazımda tıkanıyordu her temasında, ruhum kamaşıyordu.

İnsan, zor zamanlarında kaçacak delik aramamalı, kaçtığının olmalı diye düşünürdüm hep, birinin hayatını dinlediğimde. Yüzleşmeli, korkmamalı. Cesur olmayı beyinle değil, kalpten başarmalı. Fakat ben... Yapamam, devasızım. Babamın karşısına onu sevdiğimi haykırarak çıkamazdım, çıkamam. Cesaretli olmadığımdan yahut bunu saklama çabamdan değil, öğrendiği zaman olacaklardan çekiniyordum. Eksik kalır çekinmek, sonsuzca korkuyordum. İyi olmayan şeyler beni bekler sonra...

  Sakladı beni, gizlere koydu fakat içimdeki endişeyi atmama engel değildi bu çaba. İyice gömdüm kendimi yere. Masadan taşan siyah elbisemin eteklerini toplayarak etraftaki kanıtlarımı yok ettim. Tuğra'nın yukarıdan beni izlediğini hissedebiliyordum, ne vaziyette olduğumu tahmin etmek beni eziyordu.

Yüzümü kapatan saçlarımı geri itip bakışlarımı yükselterek ona sabitledim. Çok ciddiydi, çok sıradışıydı, bir çift gözüyle yüreğimi okuyordu sanki. Aynı zamanda hissettirmemeye üstün çaba gösterse de, az biraz panik olduğunu görebiliyordum. Ben ise fevkalâde paniktim. Küçük bir oyun gibiydi, korkuyordum ama aynı zamanda heyecan duyuyordum. Reaksiyonum gitgide artış gösteriyordu, kalbim taşıyordu içeride. Gülmek istiyordum durmadan!

Karşısına baktı, sekreterine sessizce bir iki emirde bulunurken, bana doğru uzandı tekrardan. "Sesini çıkarma, kımıldama!" dedi emir verircesine. Amaçsızca sinirlendim. Ona okkalı bir dil çıkarma isteğiyle dolup taştım aniden. Bu şirkete gelişimdeki umut tohumlarım, şimdi bir bir yerinden sökülmüştü. Sonramız ne olacaktı hiç bilmiyordum.

"Oo... Tuğra Bey, ayaklarda karşılıyorsunuz beni ha!" diyen ses iç savaşıma bir son verdi. Babamın sesini böyle neşeli görmek kalbimi şefkatle bütünleştirdi. Aşina olmadığım bir ortamda onun gür sesinin yankılanması tuhaf hissettirmişti doğrusu. Bu ikinci yalnız kalışımızdı. Onu ilelebet hayatımda görmek istediğime karar verdiğim ikinci karşılaşmamızda da babam yanımızdaydı. O anları yad etmek sihirli bir şölen gibiydi artık. Her şey o kadar farklı, o kadar tazeydi ki... Bugüne nazaran. Şimdi ise...

Gece SevmeleriHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin