Hazarımla beraber Balat'ın tarih kokulu sokaklarından inceden inceye ayrılıyorduk. Sokakları geçerken,daha farklı yerler,daha sanatsal tarihî eserler gören Hazar hayretler içerisinde bakıyordu etrafına. Ara sıra kendince "Vay canınaaaa!" nağmelerini duyuyordum ama duymamazlıktan geliyordum.
Küçük elini avcumun içinde tutulu halde yürüyorduk Eminönü istikametinde Cibali,Ayakapı ve Unkapanından geçerek. Eminönü'ne geldiğimiz zaman Hazar hayretler içerisinde bakıyordu yine her yere. Çok kalabalıktı,herkes bir yerlere yürüyor ve envai çeşit ürün içerisinde envai çeşit sesler nâra atıyordu.
Meydanın ortasında dona kalmıştı güzel kızım.
"Hazar,hadi meleğim gidelim" demesem daha kalacaktı ortada.
Onu,İstanbul'un en bilindik çarşısı olan Kapalı Çarşıya götürdüm. İçerisini çok beğenmişti. Ayrı bi atmosfer vardı çünkü. Benimde en sevdiğim ve ilgi odağım olan Baharatlar bölümüne girmiştik. Ben farklı baharatlar,tatlar ararken Hazar da kenardan çekingen haliyle beni izlerken gördüm.
"Gelsene kızım yanıma,durma orda"diyerek kapının önünden çağırdım yanıma. Benim tattığım baharatlardan o da tadıyordu.
Ve aklıma gelen ilk şey ise Hazar'ımın yine bir soru soracağı olmuştu.
5-6 çeşit baharat ve 1-2 çeşitte Hindistandan gelen bitki çaylarından alıp,kızımın minik elini avuç aya'mın içinde tutarak Kapalı Çarşı'nın efsunlu yollarında yürümeye devam ettik.
İşte o aklıma gelen iz,kızımın diline düşmüştü; soru gelmişti artık...
"Baba bu kadar baharatı ve çayları ne yapacaksın?" Sorusu gelmişti.
Kuş tüyümün masumane suratına bakarak cevapladım elbette...
"Eve gidip yemek yapacağız seninle. Belki akşama amcanda gelir! Ne dersin bu duruma?"
Hazar'ın hoşuna gitmişti bu. Güldü yine...
Kapalıçarşı'dan çıkıp Mutfak kıyafetleri satan dükkanlara doğru yürüdük Tahtakale'nin dar sokaklarında. Bir tanesine girip,Hazar'ın bedenine göre aldık beyaz bir aşçı ceketi.
"Bunu niye alıyorsun bana?" sorusunu sordu bu sefer.
Bende,gülerek ve heyecanlı halde "Sürpriz!" yanıtını verdim.
Eminönü otobüs duraklarına doğru dönüş yolunu yürüdük. Otobüsümüze binip evimize gitmenin peşindeydik...Yoldayken Nihat amcasını davet ettik evimize...
İstanbul trafiğinde zorda olsa evimize gelmiştik. Hazar üstünü değiştirir değiştirmez televizyonun karşısına geçmişti. Bende mutfağa geçip yemek yapmaya başlamıştım. Hazar televizyon izlerken,bende kısık seste radyomu açarak ve hafiften mırıldanarak hazırlık yapıyordum.
Daha sonra,televizyondan canı sıkılan Kuş tüyümün mutfağımızdaki masa-sandalye eşlerinin yanına gelmişti.
"Baba sen neden hep yemek yapıyorsun?" demişti.
"E işim bu kızım. . . Yemek yapmak!" yanıtını verdim ben de...
Yanıt'a karşı başka soru beklerken tam aksine bi 10 dakika kadar susup beni izledi. Hazar'ın soru sormamasına şaşırmıştım. Merak ederdi çünkü herşeyi,başka bi soru daha sorardı muhakkak.
10 dakika sonra sessizliği bozup ben soru sormuştum.
"Sende yapmak ister misin peki yavrum?"
"Bilmemki ben" demişti masumca gülerek.
Merdiven taburesini tezgâha yaklaştırıp yanıma çekmiştim onu.
Ben tavukları ince dilimler haline kesip ona veriyordum,o da yumurta sıvısına daldırıp Galeta ununa buluyarak temiz bir tabağa koyuyordu.
"Iyyy baba bu iğrenç birşey" diye yüzünü buruşturmuştu.
Ufaktan bi kızmıştım ona; " Şşşşt! Nimet o nimet. İğrenç denmez" diyerek.
Suratını buruşturmaya devam ederek yapıyordu yine görevini.
Tavuklar bittikten sonra biraz dinlendirmeye bırakmıştım.
Mercimek çorbası için kırmızı mercimeği kiler dolabından alıp getirmesini istedim. Küçük kollarıyla kavrayıp getirmişti meleğim.
Ben,mercimeği haşlarken aldığımız baharatları sormuştu Hazar.
"Baba baharatlar ve çaylar nerde? Onları niye kullanmıyorsun?"
Hemen getirmesini istedim. Taburesinden inerek baharatları getirdi.
Ama bu iş için birşey eksikti.
Hazar'ın aşçı ceketi elbette...
"Yavrum,koltuğun üzerindeki gri torbayı getir bide hadi bakalım" diyerek yine salona yollamıştım onu.
Koşar adımlarla gidip getirmişti.
Minik bedenine aşçı ceketini giydirdikten sonra ikimizde ufak bi gülücük attık birbirimize.
Mercimek haşlanmıştı. Püresini çekip suyunu ilave edince ve birazda baharat ekleyip,tencere kapağını kapatınca; sırada Salata vardı.
Salatayı beraber yapıyorduk kuş tüyümle.
Onu tezgahta önüme çekmiştim. Doğramayı,bıçak tutmayı öğretiyordum. Hoşuna gitmişti Hazar'ımın.
-derken,bi anda durup bana döndü merdiven taburesi üzerinde.
Ve bana dedi ki; "Bu işi banada öğret baba! Yemek öğretmenim ol" cümlesindeki ' öğretmenim ol' kısmı gözlerimi doldurmuştu. Gurur duymuştum kızımla. Hevesliydi çünkü.
Sarılıp saçlarından öptüm Hazar'ımın.Kapı zili çalmıştı...
Gelen kişi sanırım Nihat Amcasıydı!

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yaprak Ağaçtan İntihar Etti
Teen FictionHangi baba kızıyla fısıldayarak konuşur? Genç bir baba adayıyım ben... Olmayan kızımın babasıyım. Ne ben onu gördüm,nede o beni... Ben onu hayal edebildim de,o beni hayal edebildimi acaba? Kızımla fısıldayarak konuşuruz... Âh canım Hazarım... Ben...