Sekizinci Bölüm

51 10 4
                                    


Bilim adamlarına göre yaşam, vücuttaki faaliyetlerin düzgün yapılması, organların düzenli çalışması ve kalbin düzgün bir şekilde kanı pompalamasından ibaretti. Yaşam, onlara göre soluduğumuz oksijene bağlıydı. Bilim, ruh denilen şeyi kesinlikle reddediyordu.

Fakat şu an, nefes almak bile saçma gelmişti. Ne saçma bir olayın içindeydim böyle! Üç gündür elim kolum bağlı oturuyordum ve yapabileceğim pek bir şey yoktu. Yaralarım biraz daha iyi durumdaydı ve vücudum dinlenmişti. Ruhum için ise, aynı şeyi söylemeyecektim. Yapacak pek bir şey olmadığı için eski hayatıma geri dönmüş gibi hissediyordum.

Brandon ise... Benimle tam olarak aynı durumdaydı. Ufak bir fark vardı sadece aramızda. Onun iyileşmesini beklemesi gereken yaraları yoktu. Göremediği biriyle aynı evde yaşamaya alışmış gibiydi. Benim varlığıma inanıyordu. Kendimi görememek her ne kadar moralimi bozsa da, sınavların sonunda bir ödül almak güzeldi. Belki de bu evden kurtulmak için gereken şey de sınavların hepsini tamamlamaktı. En büyük ödül, bu evden kurtulmak değil miydi zaten?

Kontrolcü üç gündür bizimle hiçbir şekilde irtibata geçmemişti. Bir sonraki sınava ne zaman alınacağımızı bilmediğimizden bu sıkıcı evde, sadece araştırma yapıyorduk. Üç günde Brandon'ı daha iyi tanıma fırsatım olmuştu. Son zamanlarda ikimiz de fazla dinlenememiştik ve bu üç gün bize dinlenmemiz ve kendimize gelmemiz için verilen bir ödül gibiydi.

Tony'e yardım edebilmek için araştırmalar yapmıştık fakat elimizde teorilerden başka bir şey yoktu. Onu konuşarak, duygusal yönden vurmaya çalışacaktık. Böylece kaybettiğini söylediği duyguları da geri gelebilirdi. En azından böyle düşünüyorduk, yoksa yapabileceğimiz başka şeyler var mı diye bakacaktık.

Sıkıntıyla iç geçirip başımı kütüphanedeki masaya yasladım. "Evin her yerini biliyor musun Brandon?" Benimle aynı pozisyonda yan tarafımda oturan Brandon onaylayarak başını kaldırdı. "Yıllardır burada yaşıyorum." Bir süre durakladıktan sonra ekledi. "Senin gibi."

"Benim gibi." diyerek tekrar ettim. Başımı kaldırmaya gücüm yetmiyordu. Ruhum ağırlaşmış gibiydi. Aniden bastıran uykuyu yok saymaya çalıştım. Tahmin ettiğimden zordu, yorgunluk bdenimi ve en önemlisi zihnimi etkisi altın almıştı. Kendime gelmeliydim. Başımı ani bir hareketle kaldırarak Brandon'a döndüm.

"Evden çıkabilirsek, ne yapmayı planlıyorsun?" diye sordum büyük bir merakla. Bu sırada sandalyeden kalkıp masanın üzerine oturdum ve ayaklarımı sallamaya başladım. Uykumu dağıtmaya çalışıyordum.

"Evden dışarısını hayal edemiyorum. Camlardan baktığımızda gördüğümüz tek şey gökyüzü. Ev ne kadar yüksekte bunu bile bilmiyoruz. Yani, insanlarla dolu bir yer hayal edemiyorum. Oldukça güç. Özellikle kitaplarda bahsedilen kalabalık şehirler... Normal bir insan gibi yetişmedik biz. Bildiğimiz çok fazla şey olabilir fakat biz eksiğiz. Yapabileceğimiz bir şey yok."

Haklıydı. Yapabileceğimiz bir şey yoktu ve bu moralimizi bozuyordu. Onun da hislerine isim veremediğini anlamıştım. Korkuyu, merakı, güveni... Hiçbir şeyi tam yaşayamamıştık biz. Küçüklüğümüzden bu yana duygusuz büyümüştük. Bir anda tüm duyguların size enjekte edildiğini hayal edin. Ne yapabilirsiniz? Hissedeceğiniz her şeyi bir anda yaşıyorsunuz.

"Yaşıtlarımız gibi yıllarca bağlı yaşayacağımız bir annemiz, her daim güvenebileceğimiz babamız olmadı ki bizim. Belki kavga edeceğimiz ufak kardeşlerimiz belki bize tavsiyeler verecek büyük kardeşlerimiz. Kuzenlerimiz, eski anılarını anlatacak dedelerimiz... Bizim bir ailemiz olmadı hiçbir zaman. Bu evden dışarısını tahmin edemeyiz. Her zaman yanımızda olabilecek birileri yok bizim. Sadece ikimiz varız. Birbirimize destek olmak, güvenmek zorundayız."

SESHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin