Şimdiki zaman.
Charles bana bakıyordu. Güçlü bir gülümseyle bekliyordu cevabımı. "Dinle Charles. Sana kolyeyi veremem, bu kolye benim için önemli."
"Benim için de önemli."
İçimi delip geçen soğuk bir hava akımı hissettim. Gözlerini bedenimde gezdirdikçe soğukluk artıyordu bedenimdeki. Üşüdüm, üşüdüm. Soğuk hoşuma gidiyordu, çocukluğumdan beri. Çocukluğumu pek yaşayamamıştım ama olsun. Elimi kolyemin üstüne götürdüm.
Etrafta bilmediğim dilde kelimeler dizilmişti. Keşke okuyabilseydim. Gözlerimi kırpıştırdım ve okumak için çabaladım. Bu dil latince miydi? Carolus frater vester sit. Carolus frater vester sit.Carolus frater vester sit. Carolus frater vester sit. Carolus frater vester sit. Carolus frater vester sit. Carolus frater vester sit.
Etrafımı kaplayan cümlelerden kurtulmak istiyordum. Ne demekti bu?
Charles'ın sesiyle irkildim. "Ne o, Latince bilmiyor musun kardeşim?"
Gözlerimi kırpıştırdım. Soğuğun etkisiyle ayaklarımı hissetmemeye başladım. Etrafım buzlarla kaplanmıştı sanki. Ayaklarımda yanma hissi dolanıyordu. Ölecektim, donarak. Silkelendim ve etrafımdaki buzlardan kurtulmaya çalıştım. "Bilmiyorum, abi." dedim ve bana yaptığı şeyi ona yapmaya başladım.
Gözleri buz mavisine dönüştü, az önce benim de gözlerim böyle miydi? Yoksa hala öyle mi? Vücudundaki ani titremeyle yere düştü. "İmkansız." diye fısıldadı.
"Sana kolyeyi asla veremem. Latince'yi bilmiyorum, ama öğrenebilirim. Kolyeyi hak eden kişi sen olsaydın şu an senin boynunda olurdu." Acımasızca konuşuyordum. Düşüncelerini umursamıyordum. Üzülsün istiyordum. Bu ben olamazdım. Ben böyle biri değildim. Karşımdaki abimdi.
"Seni... kur..." bayılmadan önce ağzından çıkan son kelimelerdi.
Yere oturdum ve ağlayarak beklemeye başladım. Vücudumdan çıkan gücün hissettirdiği acı inanılmazdı. Etrafımı çevreleyen büyük daireye baktım. Ne yapmıştım ben? Ben neydim?
Yaprakların narin ve kırılgan çıtırtısıyla irkildim.
Alice dairenin dışında duruyordu. Bir şeyler söylüyordu ama duyamıyordum. Gözlerimi yumdum. İçimde kalan son gücü kullanarak daireyi yok ettim. Bayılmadan önce en son gördüğüm şey, Alice'in korkuyla bakan yüzüydü.
-
Bayılınca rüyalarında saçma şeyler görür insanlar. Benimki ilk defa bu kadar saçma değildi, belki de saçmaydı ama çok gerçekçiydi. Odamdaydım. Yurt odasında değil, annem ve babamın evindeki odada... Saçlarım omuzlarıma dökülüyordu. Üzerimde siyah bir elbise vardı. Elbise dizlerimin biraz üstündeydi. Kafamda beyaz bir taç vardı. Üzerinde Carmela yazan ceketim üzerimdeydi. Çıplaktı ayaklarım. Aynadaki yansımama bakıyordum. Şimdiki halimleydim. 18 yaşımda.
Yatağıma baktım. Burası bir prenses odasından çok, kraliçe odasına benziyordu. Antika döşemeleriyle mükemmeldi oda. Odanın köşesinde, eski bir dolap vardı. İçini gösteren bir camla kaplıydı ön yüzü. Şarap görünüyordu. Kırmızı şarap. İçmem gerekiyordu. Huzursuzdum. Hızla yürüyerek dolaptan bir kadeh alıp şarabı kadehe döktüm. Tadına baktım şarabın. Kan kadar koyuydu ve intikam kadar tatlıydı.
Yüzüme bir gülümseme yerleştirdim, istemsizce. Odamın kapısı çalındı. "Gir!" dedim.
Mary içeriye girdi. Her zamankinden daha yaşlıydı. "Abiniz sizi görmek istiyor."
"İçeri gelsin."
Abim gülümseyerek yanıma geldi. Gözleri deniz mavisiydi, her zamanki gibi karizmatikti. Siyah bir ceketi vardı, yakasında Charles yazıyordu. Altında siyah bir gömlek ve siyah bir pantolon. Ayrıca siyah bir kıravat. İkimizde siyahlara bürünmüştük. Bugün yasta mıydık?
"Kardeşim," dedi abim. "Bensiz mi içiyorsun?"
Güldüm ve bir kadeh de abime doldurdum. Gümüş kadehler odanın ışıklarıyla parlıyordu. Elimi boynuma götürdüm istemsiz bir hareketle. Kolyem yerinde değildi. Abime baktım. Onda da yoktu. "Kolye nerede?" diye sordum.
"Ne kolyesi?" dedi. Anlaşılan rüyamda kolye yoktu, ya da hala annemdeydi.
Güldüm. Ağzımdan kelimeler döküldü. "Calvin'inki. Sana hediye ettiğini sanıyordum." dedim abime. Ne diyordum ben? Aslında normaldi, çünkü rüyaydı ve benim kontrol edeceğim bir şey değildi.
Abim gülümsedi. "Odamda, sandıkların birine koydum. O kadar çok kolye var ki. Takmayı değil saklamayı tercih ediyorum canım kardeşim."
Güldüm. Annem odaya girdi. "Hadi çocuklar artık çıkalım burdan."
Annemi görmek kalbimde bir acıya sebep oldu. Eski sarı saçları artık beyazdı. Mükemmel teni kırışmış, gözleri yorgun hale getirmişti. Buna sebep olan tek şey kolyeyi bırakmasıydı. Kolye onun güç kaynağıydı ve o normal olmak için can atıyordu.
Ayağa kalktık. Abim koluma girdi. Abimle iyi anlaşıyorduk sanırım. Ya da sahteydi bu yakınlık. Bana bakan gözlerindeki kızgınlığı hissedebiliyordum. Sırf kız olduğumdandı bu bakış.
Babama çekmişti. Kızların güçlerinden korkuyorlardı. Bu yüzden korktukları şeylerden kaçıyor ve onlara kızıyorlardı. Ben güçlü olsam bile kötü olmayacaktım.
Alt kata indiğimizde, siyah bir limuzin gördüm dışarıda. Annem de siyah bir elbiseyleydi. Sahiden, bugün ne olmuştu?
Siyah limuzin bizi siyah ve görkemli bir kalenin önünde indirdi. Çıplak ayaklarıma baktım. Ayakkabı giymemiştim. "Carmela..." diye bir ses duydum.
"Carmela! Lanet olsun! Ölecek, doktor. Yardım edin!"
Gözlerimi açtığımda karşımda Alice'i gördüm. Ayaklarıma baktım. Çıplaktı ve her yeri çizik içindeydi, kanıyordu. Ellerim de aynı şekildeydi. Şaşkınlığımdan bağırdıktan sonra kolumda bir acı hissettim. Derime batan şırınganın iğnesiydi canımı acıtan. Üstüme bir ağırlık çöktü ve yine uyudum.