Kutup Kelebeği"Koza"

312 15 4
                                    


"Hayatımın en büyük hediyesini on yedinci yaş günümde almıştım. Annem bana bir baba armağan etmişti. Esasen böylesi bir durum sürpriz olmamıştı, beni şaşırtan asıl olay annemin aynı gün ölmesiydi."

                                                                                       -1-

İşte nihayet o gün gelmişti, "Doğum günüm." Uzunca bir bekleyişin mükâfatı; tüm eş, dost, akraba, saflar halinde bir mezarlık kuytusunda arkama dizilmişti. Öyle ki tüm bu koca kalabalık yeni yaşımın bir bereketi olmalıydı. İçlerinden çoğunun yüzünü ilk defa görüyordum. Hiç tanımadığım suretler nemli gözlerle beni süzüyor, varlığına alışkın olmadığım nice avuçlar teselli için başımı okşuyordu. Ağlamak böylesi günler için gerekliydi lakin ben tek bir gözyaşı dahi dökemiyordum. O saydam damlalar gözlerimi sarıp sarmalamıştı ancak hiçbiri toprağa düşmüyordu. Donup kalmıştım.

Bakışlarım, buraya geldiğimizden beri göğe çivilenmişti. Gökyüzünde parça-parça duran bulutlara dalıp gidiyordum. Güneşin o parlak ışıkları, tıpkı pastaya saplanan mumlar gibi sıra-sıra ve şerit halinde, bulutların üzerinden yansıyordu. Çocuk aklım ölüm denen akıbeti anlamakta hayli acemiydi. Sanki her şey kötü bir şakadan ibaretti. Her ne kadar kendimi rüyadan uyanacak gibi hissetsem de paçalarıma dolanan toprağın tozdan elleri, üzerime sinen mezarlığın o ölüme çalan kokusu ve ardım sıra bekleyen insanların hüzünlü sureti gerçeği avaz-avaz bağırıyordu.

Bugüne ait planlanan tüm güzellikler kilometrelerce uzakta ve evvelki günden aldığımız o böğürtlenli pasta bomboş bir evin buzdolabında kalmıştı. Üretildiği günden bu yana ilgi odağı olacağı zamanın hayalini kurarken, şimdi eski bir buzdolabının orta rafında çürümeye terk edilmişti. Tıpkı benim gibi yapayalnız ve avuç dolusu hayal kırıklığı içinde.

Birazdan annemi toprağın rahmine bırakıp sonsuz âleme olan yolculuğuna uğurlayacaktık. Kutlama anlamına gelen dualar, ağlayışlar ve hıçkırıklarla. Bugün benim çocukluğumun ölüm günü, annemin ise ebedi istirahatgahına uzanan yolculuğunun doğum günüydü.

Önümde duran koca çukur, ölü bir bedeni iştahla beklerken kemikli bir el omzumu kavradı. Ardından yaşlıca bir adamın sureti kulağıma doğru yaklaştı:

"Delikanlı haydi in bakalım çukura da defin işlemine yardımcı ol."

Ardından bu puslu sesin sahibi, kirli sakallı ihtiyar yanımdan geçerek yarı beline gelen mezarın içine girdi ve beni kolumdan kavrayarak yanına çekti. O esnada birkaç kişi daha eğilerek çukura atladı. Bununla birlikte durağan kalabalık birden hareketlendi ve etrafı küçük bir telâşe sardı. Kimisi kürekleri getiriyor, kimisi plastik şişelere su doldurmak üzere çeşmeye yol alıyor, kimisi de tabutu yaklaştırıyordu. Bu esnada yapılan konuşmalardan sonu başı belli olmayan cümleler kulağıma yankılanıyordu:

"Hasan amca şu tarafa geç..." "Çevirin şöyle..." Önce battaniyeyi serin." "Aman, dikkat edin."

Bu hengâme arasında annemin beyazlara sarılı bedeni çıkarıldı ve kucağımıza tutuşturuldu. Boynu, çelimsiz kollarımın üzerine denk gelmişti. Yukarıdakiler onu tamamen bıraktığında başı kefenin izin verdiği kadar geriye düştü. Bir ıssız göl kadar hareketsiz ve sessizdi. Mazide onca yaşanmış anılar, koşuşturmalar, kahkahalar varken aklım bu durağanlığı kabul edemiyordu. Çaresizce eğildim ve alnına bir öpücük kondurdum. Gözlerim iyiden iyiye koyulaşmıştı ancak gözyaşlarım hala yerçekimine yenik düşmeyecek kadar dirayetliydi.

Binbir tavsiye ve yardımla annemi mezara soktuk ve sağ omzunun üzerine yatırdık. Ardından dikdörtgen tahtaları çaprazlamasına toprağa diktik. Birazdan varlığıma vesile bu bedeni burada bırakacak, geriye kalan tüm anıları kucaklayıp gidecektik. Ne hazin bir uğurlamaydı bu.

Kutup KelebeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin