Yüz gram mutluluk mu daha ağırdır, yüz gram acı mı?
-3-
Koca bir hafta geride kalmıştı. Bu süreç boyunca gözyaşları görüş açımın zeminini mesken bellemiş, kâbuslar uykularımın müdavimi olmuştu. Bundan böyle her şey kötüye sürüklenecekmiş gibi bir hisse kapılmıştım.
Bir türlü kendimi ait hissedemediğim bu basık evde nasıl ömür geçerdi? Tüm bunların üzerine bir de Amca Bey'in yasakları eklenince her şey katlanılmaz oluyordu. "Batu dışarı çıkmayacak, Batu kimseyle görüşmeyecek, Batu babasını görmeyecek..."
Böyle katlanılmaz şartlar altında ve bu üç beş adımlık odalarda yine de kendimi oyalamayı başarıyordum. Kafamda beni günlerdir nice hayallere gark eden derin bir düşünce vardı: Kilitli kapılar ardındaki babam acaba kime, neye benziyordu? Amca Bey gibi katı yüzlü ve sevimsiz biri miydi?
Eğer öyleyse böyle bir adamı annem nasıl sevmişti? Belki de bu yüzden evlilikleri yürümemişti? Kim bilir?
Her şeyden habersizdim. Kendimi bildiğim günden beri bu sorulara yanıt alamamıştım. Annem bu konunun konuşulmasını yasaklamıştı. Bu yüzden kafamda hiçbir zaman sabit bir baba silueti oluşturamamıştım.
Rüyalarımda kimi zaman uzun ve güçlü adamlar, kimi zaman biraz kilolu ve renkli gözlü kişiler, bazen de zayıf ve çevik insanlar bana babalık ediyordu. Öyle ki gözümü her açtığımda "Baba!" diye farklı farklı insanların suretine özlem duyuyordum.
Artık bu böyle gidemezdi, hem de gerçeği öğrenmeye bu kadar yaklaşmışken.
Tüm bu sorularımın cevabı bir duvar kadar ötemdeydi. O kilitli kapıyı bir şekilde açarsam gerçekler gün ışına çıkacak ve merakım dinecekti.
Neticede artık bunun niyetine girmiştim. Birkaç gündür gözlem yapıyor ve an kolluyordum. Bu süreç esnasında birkaç şey öğrenmiştim. Türkan Abla babamın odasını açan anahtarı gün boyu yanında taşımıyordu. Onu odasında bir yerde saklıyordu. Biraz detaylıca ararsam elbet anahtarı bulacaktım. Ancak asıl sorun Türkan Abla'nın odasının da zaman zaman kilitli oluşuydu. Özellikle uzun süre evde olmayacağı zamanlarda odasını muhakkak kilitliyordu. Aksi durumda ise, yani o evdeyken de böyle bir şeye kalkışmama imkân yoktu.
Bu şartlar altında babamı görmek hayli güç bir ihtimaldi. En azından dışarı çıkabilseydim, belki onu pencereden görebilirdim.
Durup Amca Bey'in keyfini beklersem, kim bilir ne zaman babamı gösterecekti bana... Ancak benim bir gün bile bekleyecek sabrım kalmamıştı. Bu dört duvarın sıkıcılığında aklımı kaçırmak üzereydim.
Böylesi düşüncelerle pencere kenarında, sokak manzarasına dalıp gitmişken Türkan Abla içeri girdi.
"Batu, akşama ne yemeği yapayım yavrum? Var mı istediğin bir şey?
Bakışlarımı pencereden ayırıp Türkan Abla'ya döndüğüm sırada bir araba sesi duyuldu. Bu defa Türkan Abla camdan dışarı bakıyordu. Gördüğü manzara tombul bakıcıyı hafif bir telaşa düşürmüştü.
"Amca Bey geldi."
Bu lafın üzerine aceleyle dış kapıya yöneldi ve kapıyı aralık bırakarak dışarı çıktı. Pencereden baktığımda Amca Bey'in araba bagajına yöneldiğini gördüm. Çok geçmeden anladım ki ev için öteberi getirmişti. Türkan Abla'nın gelmesiyle hızlıca tokalaştılar ve ardından poşetleri yere indirmeye başladılar.
İşte fırsat ayağıma kadar gelmişti. Bir hışımla olduğum yerden fırladım ve Türkan Abla'nın odası açık mı diye kontrole koyuldum. Eski kapının kolunu kavrayıp aşağı bastırdım. Kapı açıktı, neticede bakıcı evde olduğu zamanlarda çok fazla tedbir almıyordu. Bu yüzden şanslıydım.
Kapıyı araladım ve içeri adım attım. Ortalığı fazla dağıtmadan anahtarı arama niyetindeydim lakin bunun için çok kısa bir zamanım vardı. Bu süre içinde anahtarı bulmak neredeyse imkânsızdı. Öyle ki bakılacak bir sürü çekmece gözü vardı.
O an aklıma bir fikir geldi. Hemen odadan çıktım ve koridora yönelerek dış kapıyı usulca kapattım. Amca Bey'in ve Türkan Abla'nın elleri poşetlerle dolu olacağından bu bana biraz zaman kazandıracaktı.
Tekrar bakıcımın odasına dönerken gözüm dışarıya takıldı. Hâlâ poşetleri yere indiriyorlardı. Koşarak Türkan Abla'nın odasına girdim.
Yatak odasını andıran loşluktaki odada aramaya nereden başlayacağımı bilemiyordum. Bilinçsizce duvar köşesinde duran, lavanta renkli, aynalı komodine yöneldim ve çekmeceleri kurcalamaya başladım. Taraklar, makyaj malzemeleri, ufak süs eşyaları gibi bir sürü ıvır zıvırın arasında anahtara benzeyen hiçbir şey görünmüyordu.
Telaşla komodinin diğer çekmecesini açtım. Burada ise sadece havlular vardı. Ellerim titrerken her birinin arasını kontrol ettim ancak bir şey bulamadım.
Aklımda her an gelebilecekleri düşüncesi vardı. Öyle ki dış kapı kapalı olmasına rağmen sanki doğrudan bu odada biteceklermiş gibi hissediyordum. En iyi ihtimalle ben buradayken dış kapı açıldığında kendi odama dönmek için çok geç olacaktı çünkü odama dönmek için ara koridoru geçmek zorundaydım. Bu da muhterem amcamla göz göze gelmek demekti.
Aklıma bunlar gelince bir an vazgeçesim geldi ama başlamıştık bir kere, şimdi durmak olmazdı. Hemen yatağın yanındaki dolaba yöneldim ve onun da çekmecelerini karıştırmaya başladım. İç çamaşırları ve çoraplar dışında bir şey yoktu. Diğer çekmecelerde de takılar ve bozuk paralar vardı.
Artık zamanım kalmamıştı. Her an içeri girebilirlerdi. Büyük bir korkuyla ve hayal kırıklığıyla odayı terk etmeye koyuldum. O esnada sol ayağımın altında, halının köşesinde bir şişkinlik ve sertlik hissettim. İçimde büyük bir umut yeşermişti. Bu şişkinlik ya değerli bir eşya ya da burada bulunma sebebimdi.
Eğilip halının ucunu kaldırdığımda gözlerim parladı. Eski ve metal bir anahtarla yüz yüzeydim. Suratımda ilk kez define bulan birisinin acemi mutluluğu vardı.
Hemen anahtarı aldım ve odadan çıktım. Koridordan odama süzülürken kapı önünde Amca Bey'in homurtuları duyuldu.
"Hay kapı gibi senin ben..."
Tüm bunları söylerken bir yandan da ayakkabısının sivri ucuyla kapıya vuruyordu. Bunun ardından Türkan Abla'nın kadife sesi de yankılandı:
"Batu, ellerimiz çok dolu yavrum kapıyı açıver."
Elimde sıkıca tuttuğum anahtarla koridorda kalakalmıştım. Şu hâlde kapıyı açarsam suratımdaki telaş her şeyi ele verecekti. Öte yandan kapıyı açmazsam da iyice şüpheleneceklerdi. Anahtarı cebime attım ve kapıya doğru yürüdüm. Kalbim göğüs kafesimi delmek üzereydi. Daha sonra sanki anahtarı cebimden bulacaklarmış gibi bir hisse kapılıp onu çorabımın içine koydum. Türkan Abla söylenmeye devam ediyordu.
"Hay Allah, nasıl kapandı bu kapı anlamadım ki?"
Kapının kolunu kavradım ve tam aşağı bastıracakken Amca Bey gürledi:
"Batu, aç ulan şu kapıyı! Ne halt karıştırıyorsun orada?"

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kutup Kelebeği
Romance"Bu hikaye kutupta hayatta kalmaya çalışan minicik bir canlının verdiği o muhteşem savaştan esinlenilerek yazılmıştır." Buyurun öncelikle o canlının hikayesi ardından Batu'nun hayata ve aşka karşı verdiği savaş... Kuzey kutbunda 'Yünlü Ayı Tırtılı'...