Bölüm 2

67 8 0
                                    


Sabah gözlerimi açtığımda kendimi küçük odada bulmuştum. Geceye dair pek bir şey hatırlamıyordum. Sadece Türkan Abla'nın kucağında ağladığım anlar aklıma geliyordu. Sonrasına dair hiçbir şeyi bilmiyordum. Muhtemelen sızıp kalana kadar onun şefkatli bağrına gözyaşlarımı dökmüştüm.

Üzerimdeki battaniyeyi kenara çektim ve yataktan çıktım. Taze bir ölüme şahit olmanın uyuşukluğu, o zihin donukluğu üzerimden gitmişti. Yerine korkunç ve acılı bir idrak gelmişti

Neredeydim ben? Hiç tanımadığım, bilmediğim bu eşyaların ve duvarların arasında ne işim vardı? Her yanı anı kokan yuvam dururken bu soğuk betonlar mı bana teselli olacaktı? Derhal bu evi terk etmeliydim.

Burada bulunduğum her saniye sanki annemle yaşadığımız o biricik evimizdeki hatıralar buharlaşıyordu. Böyle bir panikle odadan çıktım ve dış kapıya yöneldim. Sertçe kolu kavrayıp aşağı indirdim. Kilitliydi. O esnada Türkan Abla mutfaktan başını uzatarak.

"Hayırdır Batu?" diye seslendi.

Onu duymuyormuşçasına tekrar odaya girerek pencereden çıkabilir miyim diye etrafa göz attım. Lakin ne çare, parmaklıklar vardı. Yaban ellerde tutsak edilen mahkûmlardan farksızdım.

İçeride kaldığım her an iyiden iyiye nefesim daralmaya başlamış, boğuluyor hissine kapılır olmuştum. Bu tedirginliğimi gören bakıcı telaşlandı.

"Batu!"

Çatallaşan ve giderek korkuya kapılan bir ses tonuyla, "Çıkmam lazım" dedim.

Bu defa mutfağa girerek oranın penceresini kontrol ettim. Sonuç değişmemişti. Burada da parmaklıklar vardı. Perdeyi ve tülü sertçe duvarın öteki ucuna itip pencereyi açtım. Ardından tüm gücümle parmaklıkları yerinden sökercesine salladım.

"Çıkmam lazım!"

Demirler oldukça sağlamdı ve beni içeride tutmaya kararlıydı. Buradan çıkamayacağımı anlayınca tekrar çıkış kapısına yönelip kapıyı zorlamaya başladım.

O ana kadar beni korkuyla izleyen Türkan Abla kontrolü kaybetmeye başladığımı görünce iyice panikledi.

Zavallı kadın çaresizce askıda duran çantasından dış kapının anahtarını çıkarmak için uğraşmaya başladı. Titreyen ellerini çantaya daldırdı ve soğuk metalleri kavradı. Lakin anahtarlar bakıcının ürkek avuçlarından kayarak yere düştü.

Çarçabuk eğilerek onları aldım ve dış kapıyı açmaya koyuldum. O esnada Türkan Abla telaş içinde telefonu tuşlarken kilidi açacak doğru anahtarı bulup kendimi dışarı attım. Kapıdan çıkarken duyduğum son ses Türkan Ablanın, "Ne olur yetiş Amca Bey!" nidasıydı.

Var gücümle koşarak virane sokakları arkamda bırakmaya başladım. Beni böylesi koşturan sebep gerçeklerden kaçma arzusu muydu yoksa hayata duyduğum öfke miydi, bilemiyordum.

Tek bildiğim bir an önce evimize gitmem gerektiğiydi. Eve gidecektim ve kapıyı çalacaktım. Belki on saniye sonra, belki de on dakika sonra annem kapıyı açacaktı. Hiçbir anne böyle ansızın, evladını biçare bırakarak gitmezdi. Anneler evlatlarına kıyar mıydı hiç? Kıymazdı...

Beykoz'un derbeder sokaklarında gözyaşlarım havaya savrulurken ara sokakları koşarak geçtim ve caddeye çıktım. Ceplerimde birkaç kâğıt para, birkaç bozukluk... Bir taksiden medet umarak yola atıldım. "Abi yalvarırım götür beni, annem ölüyor!" Avucumda birkaç kâğıt para, birkaç bozukluk birkaç damla gözyaşı... Kimse durmadı, nicesi bastı gitti. Nihayet vicdan sahibi bir şoför kapıyı açtı, bindim. Avucumda buruşuk beşlikler, yerlerde bozukluklar...

Taksici, "Bırak yavrum para önemli değil, adresi söyle hemen götüreyim seni" dedi. Parmaklarım taksinin tabanında, boğazımda hıçkırıklar, birkaç kelimelik sokak isimleri, dualar, arkamızda İstanbul trafiği...

Zaman keskin bir bıçağın yumuşak bir ete saplanması gibi hiç zorlanmadan, ama içimi kanatarak akıp geçti. Taksinin ardı sıra raks eden hayatı yatak döşeğinde bir hasta iştahsızlığıyla seyrettim. Aklımda sadece yuvam vardı. Derken ufukta tanıdık caddeler belirdi. Ardından tanıdık sokaklar ve birkaç sabırsız tekerlek izinde kapının önüne geldik. Daha araba durmadan kapıyı açtım ve koşmaya başladım.

İçimde nedensiz bir ümit, kavuşmaya dair bir inanç vardı. Dilimde bin bir türlü duayla sokak kapısına vardım ve, "Anne ben geldim aç kapıyı!" diyerek art arda zile bastım. Başımı kapıya yasladım ve bir süre orada hıçkırıklara boğularak bekledim. Ardından dizlerimin üzerine çökerek kapıyı ümitsizce yumrukladım:

"Anne aç kapıyı, bu defa akşam ezanı okunmadan geldim."

Vaziyeti gören taksici koşar adım yanıma geldi kollarımdan tutup beni kaldırmak istedi. Mecalsizdim, yukarı doğru biraz esnedim sonra tüm ağırlığımla dizlerimin üzerine yıkıldım.

"Yavrum ne oldu annene? Polisi arayalım mı?"

Ağlama krizine tutulmuştum. Cevap veremedim. Zavallı adam ne yapacağını bilemez hâlde etrafa bakındı, telefonunu çıkardı. Polisi arayıp aramamakta kararsızdı. Arasa ne diyecekti, ne anlatacaktı, bu durum başına iş açar mıydı bilmiyordu. Tedirginlik ve yardımseverlik arasında sıkışıp kalmıştı. Durup yardım etmek istese şu hâlim işi çıkmaza sürüklüyordu. Öte yandan çekip gitse uzunca bir süre vicdanının homurtularını dinlemek zorunda kalacaktı.

Merhametli taksici bu ikilem arasında volta atarken az önceki patırtıları duyan yan komşumuz Mualla Teyze kapıyı araladı ve dışarı çıktı. Daha sonra zavallı adama durumu izah etti ve onu uğurladı. Ardından başucuma çöktü ve koluma girdi:

"Batu kalk yavrum haydi, bizde oturalım biraz."

Elim mecalsizce kapıyı yumruklarken, "Olmaz Mualla Teyze, annem kapıyı açacak" dedim, "İçeri girmem lazım."

Bunun üzerine kıymetli komşumuz kolumu bıraktı ve, "Ah Batu, Ah kuzum!" diyerek kapının kulpuna uzanıp kapı açık mı diye kontrol etti. Ardından eğilerek, "Batu anahtarlar yanında mı?" diye fısıldadı. Ne ona cevap verecek ne de anahtarları düşünecek hâldeydim.

Bu sessizliğim üzerine Mualla Teyze mecburi bir vasıfla ceplerimi yoklayarak anahtarları aramaya başladı. Birkaç saniye içinde pantolonumun sol cebinden onları çıkartarak kapıyı açtı. Beni ayakta tutan tek gerçek, içimde duran ümidin yegâne dayanağı aradan çekilince içeri yığıldım. Endişeli komşum beni kaldırmak için başucuma çöktü.

"Lütfen Mualla Teyze, beni yalnız bırakır mısın?"

"Yavrum, nasıl bırakayım? Endişelendiriyorsun beni."

"İyiyim ben."

Yerden kalktım ve beni yalnız bırakması için biraz toparlandım.

"Yalvarırım. Biraz yalnız kalmam gerek."

Zavallı komşumuzun yüzünde derin bir kaygı olsa da bu cümlenin üzerine üstelemedi ve her ihtimale karşı anahtarları kapının dış kısmında bırakarak çıktı. Onun gidişiyle birlikte annemin tüm eşyalarını ve kıyafetlerini toplayıp kanepenin üzerine yığdım. Ardından bu minik kıyafet tepeciğinin arasına girerek uzandım ve annemin örme hırkasını burnuma basarak tüm kokuyu içime çektim.

Hücrelerime kadar yayılan koku paramparça olup bedenimin dört bir yanına saçılmış ruhumun iştahını kabartmıştı. Böylece tüm ufak ruh kırıntıları açlığın pençesindeki yırtıcılar kadar hırçın, kokunun ana kaynağına doluştu. Sonra, zaman bir kez daha varlığının gereksizliğini anladı ve çekip gitti.

Kutup KelebeğiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin