BÖLÜM-26 HYDRA'NIN KUZENİ

1.4K 234 157
                                    

    Media: Hydra'nın kuzeni :)) İnternette bu resmi bulduğum zaman yaşadığım mutluluk paha biçilmezdi. Anlattığımın birebir aynısı değil ama ortak noktası çok :)

    Bekan kuyruk acısı yaşarken ve ben onun günahını alırken, orada sanki başka bir şeyler cereyan ediyordu. Akdeniz ve Sema'nın korkudan taşlaşmış bedenlerinin üzerinden, onlara dokunmadan geçti ve arkalarına doğru aktı. Kan sızan kuyruğu havada daireler çizerek sallanıyor ve mağara girişinde yere doğru inerken gövdesi, koyu kurşuni renkli duman yığınının içinde kayboluyordu. Zemine akan kanı ile kuyruğu da dumanın içine dalıp kayboldu. Artık onu göremiyordum.

   Akdeniz, Sema'nın kolundan tutup kaldırdı. Hızla bana doğru koştular.Koşan Akdeniz di aslında, Sema sürükleniyordu. Yaşadığı şoktan sıyrılamamıştı. Onu bir kenara oturtan Akdeniz, bana sıkıca sarıldı. Elleriyle omuzlarımı ve başımı yokluyor, tutulmuş dilinden kesik kesik kelimeler çıkarmaya çalışıyordu.

   "İyi misin? Bir şeyin yok ya?"

  "Siz gelene ve bir süre öncesine kadar gayet iyiydim, her şey süt liman olmuştu" diyemedim tabi. 

  "İyiyim merak etme."

  Göz göze geldiğimizde fal taşı gibi açılan yeşil gözleri, benim için ne kadar endişelendiğini haykırıyordu yüzüme. Sema'da biraz olsun kendine gelmişti fakat korkusunu yenmeyi beceremiyordu haklı olarak. Bende Sema'ya sarılıp korkmaması için rahatlatmaya çalıştım. İkisi de bu denli cesur göründüğüm için anlamsızca yüzüme baktığında, benim gözlerim ileride ki sis içerisine dalan yaralı koruyucumu arıyordu. Panik içinde bir sise bir onlara baktım.

   "Bekan'a ne oldu?"

   "Kim?"

 "Bekan işte... Yılan..."

"Vurdum onu! Sanırım artık zarar veremez. Kızım sen nasıl bir b...k a battın neler oluyor?"

 "Seni şapşal! Biliyorum vurduğunu. İyi halt ettin." Vücudumu hızla döndürüyordum bir onlara bir Bekan'ın kaybolduğu dumana. "O beni korumak için buradaydı. Neyin nesiyse şu sis perdesinin içine daldı." Elimi tutan Sema'dan uzaklaştım "iyi olduğuna emin olmam gerekiyor, aval aval bakmayın yüzüme! Oraya gidiyorum."

   Sema'nın çığlığı ve Akdeniz'in arkamdan kollarımı tutup geri çekişi kararımı etkilemeyecekti. Ondan kurtulup adım atmak üzereyken geri çekildim. Sis yarılmış, içinden Bekan'ın siyah kalın vücudunun yarısı, havadan hızla bana doğru gelmişti. Boynunu kaldırıp başını dikleştirdiğinde göz göze geldik, hala yaşıyordu ve iyiydi. Sema, çığlık zincirine aralıksız halkalar eklerken Akdeniz yine tüfeğinin varlığından güç almıştı.

   Bekan'ın uzun daracık bir elips şekline dönüşen göz bebekleri daha da inceliyordu ve siyah titrek bir çizgi gibi kalmıştı, dehşetle bakıyordu. Dili hiç içeri kaçmadan sallanıyordu. Hepimizde farklı membaa dan beslenen panik hissediliyordu.

   "Ssssss.... Hemen gidin buradan! Kapıyı biliyorssssun git! Azat et onu!"

   O dumanın içinde kabuslarımı olumsuz tabir etmemi doğrulayan bir şey vardı. Bekan, geldiği hızla geri döndü, ardından metal sürtünme sesini andıran çığlıklarla karışık kendi çığlığı duyuldu.

   Ne yapmam gerektiğini bilemeyerek çırpındım. Arkadaşlarımın yanımda olmasına duyduğum memnuniyet katlanarak çoğaldı. Birlikten kuvvet doğar anlayışıyla hareket edecektim. Bekan'ın bilinmeze sürüklenip acıyla kulağıma çalınan tıslamaları git gide artıyordu.

   Sisin içinden yılanımsı bir kafa fırlıyor kayboluyor ve tekrar... Kocaman açılmış ağzında alt ve üst çenesinde sivri dişleri uzaktan fark ediliyordu. Başının üzerinde yelpazeyi andıran sert deri parçası vardı ve silüeti ejderhaya benziyordu. Kaybolup çıktığında daha dikkatli incelemeye çalıştım. Bizimkilerde durumun vahametini anlamışlardı. Hareket etmek için beni bekliyorlardı. Bekan yerinden fırladı bu kez azarlar gibiydi.

  "Ne duruyorsssunuzzzsss! Hadi gidin buradan?"

   Akdeniz ve Sema'nın bakışları tek bir soru ile doluydu 'nereye'. Sis ve içindeki dehşet girişe yakındı ve bir o tarafa bir arkamıza bakıyorlardı 'nereye' der gibi.

    Bekan daha fazla konuşamadı, yaratığın duman içinden çıkan başı yaralı kuyruğunu ısırmıştı. Acı içinde inledi ve boynunu yüz seksen derece geri çevirip, havada süzülen bir şahinin avına doğru dalışa geçişini anımsatarak, önce ağzını açıp yaratığın üzerine atladı. Başı Bekan'ın ağzındaydı ve yutkunarak boynunun büyük bir kısmını da aldı güçlü çenesinin arasına. Pulları iyice gerilip genişlemişti, ağzından da kemik kırılma sesi geliyordu. Kendini geri çektiğinde canavarın kopmuş kafasını yiyordu. Cansız beden yere düşerken başka bir ejderha başı yükselip saldırıya geçti. Bekan, iki metre ileriden ona da zehir fışkırtıp bertaraf etti. Bir baş daha... Bekan yine bana dönüp yalvararak:

  "Lütfen git! Uyandır onu. Ben bu yaratıkları sadece oyalayabilirim. Ona ihtiyacımız var. Yoksa hepimiz ölürüz!"

    Sisin içinden çıkan başka bir kafa atağa geçip Bekan'a arkadan saldırmak üzereyken şiddetli bir gürültü ile yere yığıldı. O bana yalvarırken, Akdeniz alelacele tüfeğine fişek doldurup ateş etmişti. Yaratığın düşen başına baktığımda "anlattığı kadar iyi nişancıymış doğrusu, ıskalamadı" diye düşündüm içimden.

   Daha demin, vurmuş olmanın sevincini yaşadığı yılanın hayatını kurtarmıştı şimdi. Sanırım bu vesileyle özür dilemek istemişti. Bekan, minnetle Akdeniz'e bakıp beni götürmesini istedi. Bu sırada duman yok olmuş ve canavarın, kalbimizi durdurmaya yetecek şekli şemali ortaya çıkmıştı.

     Maceramın giriş bölümünde kaçıncı kez dondum kaldım bilmiyordum ama tek endişem gelişmeydi. Sonucu tahmin etmek de zor değildi; böyle giderse son bölümde kesin donup kalacak taş kesilecektim. Herhalde... Ya da kim bilir... Bu gözler Bekan'dan sonra başlangıç olarak böylesi korkunç bir yaratığı görmeseydi keşke.

    "Hydra mı bu? Aman Allah'ım" diye fısıldadım kendi kendime. Fısıltımı duyan Sema'nın dili nihayet çözülmüştü, dudaklarımdan dökülen kelimeyi anlamaya çalışarak bana bakıyordu.

    "Ne diyorsun?"

  Hikayeme başlayalı beri, ürkütücü mitolojik kahramanlara birer rol biçmiştim ancak, Hydra'yı figüran olarak bile sahnemde istememiştim. Sema'ya dönüp neredeyse nefes almadan fısıldayarak, hızlı hızlı açıklamaya başladım.

   "Hydra... Dokuz başlı yılansı bir canavar. Mitolojik canavarların annesi olarak bilinen Ekhidna'nın 'kendisi yılan vücutlu bir kadın olarak tasvir edilir' ve Typhon'un çocuğudur. Ölüler ülkesindeki Lerna bataklığının dibindeki girişlerden birine bekçilik eder. Soluğu ve kanı ölümcül derecede zehirlidir. Çok acımasız ve vahşidir. Kafalarından biri kesilecek olsa, yeniden aynı yerden iki tane daha çıkarır. Vücudu köpek, dokuz başlı bir ejderha. Tanrıça Hera tarafından yetiştirilmiş. Herkül'den nefret eden Hera, ona verilen on iki görev içerisine Hydra'nın öldürülmesini de dahil etmiştir ve canavarına çok güvendiğinden Hydra'nın Herkül'ü yok edeceğine emindi. Her ne kadar kesilen başları yeniden hayat bulsa da ölümsüz değildi. Athena ilham vererek bu görevde Herkül'e yardım etmiştir. Herkül aldığı ilhamla ortadaki başı kesip yenisi oluşmadan, elindeki meşale ile kestiği yeri dağlamıştır. Bu sayede Hydra'yı öldürmüştür."

    Fısıltıyla anlattığım hikayeyi dinlediği halde kızan Akdeniz sesini yükseltti "burası sınıf mı? Bittiyse tenefüse çıkalım bence" dedi. Mitolojiyi sevsem de inancıma ters düşen savsatalara inanmazdım aslında. Belki bu yaratığı korkularımdan beslenen biri bırakmıştı buraya. Düşünme hiç birini düşünme! Unut hepsini! Ejderha, Medusa, Hydra ve daha niceleri yok hiç birisi. Bunu söylemek için çok geç kalmadın mı? Yoksa bu ne? Dudaklarımı büzüştürüp "yok hiçbirisi yok... Yok... Var işte!" Diye söylenirken bön bön bana bakıyorlardı yine.

    Bu yaratık Hydra'ya benziyordu sadece; dört tane uzun boyunlu yılan gibi kıvrılan ejderha kafası, Hydra'nın aksine kalın bir yılan gövdesinden ayrılıyordu. Ben dersimi anlatırken felaket üçe katlanmıştı. Yalnız kafaları sayarsak on iki... Zavallı Bekan'ın aldığı yaralarla uzun süre dayanamayacağı aşikardı. Kızgın Akdeniz, akıllıca düşünüp benden önce beni sürüklemeye başladı.

    Kapının olduğu duvara yanaştım ve yapmam gerekeni yaptım. Çamur renkli jölemsi yapıya vücudumu bıraktım, hafif karıncalanma hissederek içinden geçtim. Diğerleri de peşimden geldi.

   İşte! Duvarın ardındaydım artık! Çok az kalmıştı.

ŞAHMARAN'IN SIRRI-YILAN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin