BÖLÜM-23 YOLUN SONU

1.5K 241 215
                                    

      Sadece bir kez ihtiyaç molası vererek; Adana Tarsus arasında bulunan, anneannemlerin kasabayı geçmiştim nihayet. Bunca yolu tek başıma kat ettiğime inanamıyordum! Kendi efsanem sayesinde başardım 'aferin bana'. Asıl zor olan burdan sonra başlayacaktı, acil cesarete ihtiyacım vardı. Kasaba civarında aileden kimseye görünmemek için ettiğim dualar kabul olmuştu sınırı geçtiğimde. Umarım sonrası için ettiklerim de kabul olurdu.

    Akdeniz ile geçtiğimiz yolları sürekli zihnime tekrar ettirdim. Harita kafamın içindeydi ama iyi ki akşam uydu görüntülerini de almışım. Yolu karıştırmamın imkanı yoktu.

    Kendi kendime direktifler veriyordum "sağa dön, ileriden sola , düz git, şu ağaçlar tanıdık, buradaki köyden geçmiştik, oradaki çeşmeden sonra ormanlık alana çıkmıştık" derken... Nihayet gelmiştim. 

    Akdeniz ile yolun bitip de ağaçların başladığı yerde bırakmıştık arabayı, çok aptalca geldi şimdi bana. Her zaman kendine fazla güvenen küstah karakteri ile cesaretini ispat etmek için yürütmüştü beni, kesin... Sözüm ona, en çok cesaret gösterisine ihtiyacım olduğunda hani nerede? Duygusuz şey! 

   Ağaçları geçip düzlük alana çıktım, otların dikenlerin arasından irili ufaklı çukur ve tümsekleri güçlükle geçerek kaleye benzettiğimiz kayanın etrafında bir tur attım. Babam, arabayı böylesine kötü bir yere sürüklediğimi görse veya duysa; anahtarları ebediyyen elimden alır, beni de eve hapsederdi. Rapunzel gibi... En büyük sorunumuz, saçlarımın uzun olmaması olurdu. Rolleri değişir, Evran'ın kuyruğunu kullanırdım camdan kaçmak için. Bravo bana! Kendi kendime sorun üretip çözüm bulabilme yeteneğim eşsizdi doğrusu. Ancak az sonra ağzımdan fırlayacak olan yüreğime yapabileceğim hiç bir şey yoktu. 

    Arabayı mağaranın girişine yakın bir yere bıraktım. Tehlike hissettiğim anda hemen kaçabilmek için. Kontağı kapatıp anahtar elimde bir süre bekledim, kapıyı açtım ve dışarıya çıktım. Yoksa çıkmasa mıydım? Vakit öğle olduğundan güneş tam tepedeydi, hafif esintiyle otların arasından yükselen ısı dalgalanmasını gayet net görebiliyordum. Arka kapıyı açıp sırt çantamı aldım ve koltuğun üzerinde henüz ısınmamış yarım litre kadar suyun yarısını da kafama diktim. Arabanın kilitlendiğinden emin olup biraz etrafı inceledim.

   Yerde yeni kurumuş büyük baş hayvan dışkıları vardı. Galiba bugün buraya ilk gelen ben değildim. Civar köylerden bir çoban, sığırlarını otlatmaya getirmiş olmalıydı. Dışkı üzerindeki kurumuş kabuğa bakılırsa, sabah saatlerinde buradan geçmişlerdi. Yerdeki sararmış otlar ve dikenler pek iştah açıcı gelmemiş olmalı ki; irili ufaklı dışkı kümeleri ağaçların bulunduğu tarafa gidiyordu. Burada olmadıklarına sevindim.

    En rahatsız perdeden bağıran cır cır böcekleri aşka gelmiş ara vermeden ötüyorlardı. Kesinlikle etrafta kimsecikler yoktu. Öğlenin bu saatinde ve yakıcı sıcaklıkta ancak bir deli bulunabilirdi dağın başında. O deli de bendeniz den başkası değildi.

   Şişenin dibinde kalan suyla, alnımı ve boynumu ıslatıp biraz serinledim. Bandanamı yeniden bağlayıp baş lambasını da üzerinden geçirdim, el fenerini sol elime aldım. Karmakarışık olmuş çantamın içinde dibe düşen çakımı aradım, elimi her daldırışımda başka bir şeyin gelmesine kızıyordum. "Ne olur bir kerede çantalarımda aradığım şeyler ilk denemede elime gelse" diye söylendim. İşte burada! Şöyle bir baktım; küçük basit bir çakı... Korktuğum onca şeyden bununla mı savunacaktım kendimi? Ayı çıksa  bir tek kılını bile kesemez belki de...

   Ben küçükken; dedem babama av tüfeğini hediye etmişti. Biraz dayılarıma sitem ederek "benden geçti artık oğlum, bizim haytalarda  bir şeye benzetmiyor bu makinayı amma ayıyı, domuzu vurdu mu oturtur" demişti. Geçen seneydi, okuldan gelmiştim. Babamı, yıllar sonra sakladığı yerden çıkardığı tüfekle uğraşırken bulmuştum, bakımını yapıyordu. 

ŞAHMARAN'IN SIRRI-YILAN HİKAYESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin