"Mezarlığın içindeki ölü ruhların sessizliği, notalara kan ağlatacak kadar gürültülü."
Şu anda geçmiş burnumun ucundaydı ve tehlikeyi çağırıyor, kol kola, ellerinde hançerin ucuna birikmiş cümleler ile bana doğru koşuyorlardı. Sanki güçlü ve sert elleri büyük bir bıçağı sarmıştı. Bıçaktaki kanlar parmak uçlarına bulaşıyordu ve bıçağın ucundan harflerin zehri teker teker damlıyordu duyguların parçaları ile birlikte.
Tarihe karışmış anılar mıydı bana nefretle bakan? Yoksa ölüm müydü yeri sarsan adımları atan?
Bulunduğumuz yer sallanıyordu sanki ve bunun, yanımızda delice dans eden bedenlerle alakası yoktu. Adamların bize doğru attığı her adımda katmanlar şeklinde yayılan anılar kendi ruhumda bir deprem etkisi yaratıyordu ve tehlikenin seli çarpıyordu suratıma.
Gözlerimi Arnaldo'ya çevirdim. Yüzmeyi bilmezdim ama zihnimde, mürekkebin arasında bir çok kez yüzmüştüm. Derinlikten korkmazdım ama şu anda onun gözlerinin arkasında yatan duyguların bilinmezliğinden bir gonca açıyor sanki, yaprakları nefret olan, köklerinde acı besleyen ve bu, ruhumun bir adım geri çekilmesine neden oluyordu.
"Ne?"
"Benimle gel çabuk!" diye bağırdım Arnaldo'nun kolunu çekiştirerek ama şaşkınlıkla bana bakıyordu. Gücüm ona tam yetemiyordu ve bu gidişle yakalanacaktık.
"Neler oluyor Derin?" Kolunu daha çok sertleştirdi ve onu çekmemi imkansız hale getirdi.
"Gitmemiz gerekiyor!" Boğazım yanıyordu artık ve görüş alanım gittikçe buğulanıyordu. Etraf, içi alkol ile dolu bir kadehin arkasından bakarcasına bulanıktı. Başımın ağrısı, kulaklarıma çarpan müzikle artıyordu.
"Çıkış diğer tarafta." Adamların geldiği yönü işaret edince derin bir nefes verdim.
"Hayır oradan çıkamayız!"
Saniyelik bir bakışma geçti arada ama bana saatler gibi geldi. Öyle bir bakış aramızda ilerliyordu ki, duru bir suyun üzerine atılmış kuş tüyü gibiydi. Duru suyun kıyısına ufak dalgalar çarpıyordu. Ne rüzgarın şiddeti vardı, ne de derinliğe batan bir ağırlık. Tüyün narinliği, dalgalara şefkat dağıtmıştı sanki ve bu şefkat aramızda, bakışmalarımızın cümleleri haline gelmişti.
Başını hafifçe salladı ve onun kolunda olan elimi sıkıca tutarak barın başka bir yerine doğru koşmaya başladı. Avucunun içinden benim soğuk ve çatlamış olan ellerime akan ısıyı hissediyordum. Huzurun harfleri arasında sıkışmış duygular, parmak uçlarında can bulurken bir an için notaların bile ruhumda keman sesi ile canlanacağını sandım. Parmaklarımın üzerine örtülen parmakların kabuk bağlamış yaralarını hissedebiliyordum.
Bu tuhaftı. İlk defa notaların, hayalleri kurumuş bir tuvale renk katabileceğini öğrendim. Parmaklarımda, geçmişten kalan bütün boyalar avuç içlerimde tenime gömülürken ruhumun duygularının üzerine toprak örtmüştüm ve şimdi notalar sarıyordu parmak uçlarımı; kemanın tiz sesi toprağa dökülürken toprak, diz çökmeye başlıyordu ilahi sesin kutsallığından.
Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Bu bara ilk defa geliyordum ve tek bir çıkışı olması bizi bitirirdi ama Arnaldo benim aksime daha rahattı. Kaşları çatık olduğundan bir şeyler düşündüğünü görebiliyordum ama yolu düşünüyor gibi bir hali de yoktu. Adımları hem sert, hem güçlü, hem de emindi.
Dans pistini atlattığımızda ufak sahnenin hemen yanında bir koridor vardı ve Arnaldo'nun eli, elimi daha sıkı kavrarken ıssızlığın ruhumda çatladığını ve duyguların kırmızı bir renkte boyandığını hissettim. Neden kırmızı olduğunu bilmiyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA -Düzenlemede-
General FictionKaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arzunun kıvılcımlarını aleve veren. Birbirimize beslediğimiz şefkat, yıktığımız ruhları daha fazla parçalamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu...