"Geçmiş izlerin etrafa dağıttığı hislerimizdi aslında kirpiklerimizden akanlar."
"Sanırım artık ismini öğrenmem için geçerli bir neden var."
Zihnimde, karanlık bir çukurun ardından dirilen bu cümle, ıssızlığın üzerine doğan bir güneş gibiydi. Her bir insan, bir hayat ağacını büyütür ruhunda, meyveleri duygular olan. İçimde nefes alan her bir duygu, o ağacın çürüyen meyvesiydi ve şimdi, ölü meyvelerin düştüğü topraktan yeni bir çiçeğin filizlendiğini hissediyordum.
Karşımdaki mavi gözlere sahip adam, elini, tanışmak için uzatırken yüzünde şaşkınlığın ardından içten bir gülümseme yayıldı. Gözlerim, bana uzattığı elinde takılı kalırken zaman, tek bir kum saatinin ortasına yerleşen bir çakıl taşında asılı kaldı. Uçuruma çarpan şelaleler durdu, zamanın akıntısı bir kayalıkta paramparça oldu; bir yaprak, ağaçtan intihar etti.
Zihnimde, yıllar öncesine dayanan bir anı canlandığında, zaman tersine akmaya başladı. Şelalenin akıntısı, uçurumun ucuna tırmandı; bir yaprak, ağaca tutundu. Kum saati ters çevrildi ve saati saran camlar, gürültü ile parçalara ayrılarak etrafa yayıldı.
Geçmiş, yine karşımda dikiliyordu.
2008 İstanbul / Sanat galerisi.
Dedemin iş arkadaşının düzenlediği bir sergideydim. Kare ve büyük olan bir odanın içindeydim. Duvarlar, benim fırçamdan çıkan boyalarla süslenmiş resimlerle doluydu ve gelen geçen insanlar resimlere bakıyor, fotoğraf çekiyor, ardından benim yanıma gelip el sıkışıp gidiyorlardı.
Kalbimde bir kıvılcımın yanıp tutuşması gibi gittikçe büyüyen bir heyecan vardı. Genellikle yalnız gittiğim sergilerden farklı olarak bugün yanımda, nefesine nefesim, hayatına hayatım, ruhuna ruhum dediğim kişi vardı. Hemen yanımda, benimle el sıkışmaya gelen kişilerin şaşkın suratlarına nazikçe gülümsüyor, kısa bir baş selamı veriyordu.
Odanın açık olan büyük kapısından kalabalık bir grup geldiğinde bakışlarımızı oraya çevirdik. Göz ucum ile vücudunun bir anda kasıldığını gördüm ama nedenini anlayamadım. Sanırım o da heyecanlanmıştı.
Gelen kalabalık grubun kime ait olduğunu biliyordum, bu yüzden yüzüme olabildiğince samimi bir gülümseme yerleştirdim. Kalabalık gruptan iki kız, duvarlardaki resimlere bakmadan gözlerini direk bana çevirdiklerinde şaşkınlık, yüzlerine çarptı ve oldukları yerde durdular. Gözlerini bir bana, bir ona çeviriyorlardı.
Şaşkınlığı atlattıklarında yanımıza geldiler. "Sizler onun arkadaşı olmalısınız," dedim nazik bir ses ile. "Memun oldum." Elimi, tanışmak için uzattığımda belimin yanında duran elimde başka bir elin baskısını hissettim. Bakışlarımı, yanımda duran ve bir aynanın yansımasındaki gölgem gibi duran kişiye çevirdiğimde bana değil, yere baktığını gördüm, kaşları çatıktı.
"Ne..." diye soru soracakken sözümü kesti ve "Bunu yapma. Hiçbir şey düşündüğün gibi değil," dedi.
Gözlerinde, acının nefesinden dökülen mısralar vardı. Ensemizde, acının ateşinden doğan bir ölüm meleği nefes alıyordu sanki. Pişmanlığımızdan beslenen siyah kanatları, ikimizi de çaresizliğin kafesine koymuştu ve ben, hala hiçbir şeye anlam veremiyordum.
Zihnimi, geçmişin pençesinden çıkarmayı başardığımda hala adamın eli ile bakıştığımı fark ettim. Ensemden sırtıma doğru kayan ter damlaları, siyah elbisemin vücuduma yapışmasına neden oluyordu.
Gözlerimi bu kez mavi gözlerine çevirdiğimde bana hala aynı samimiyet ile baktığını gördüm. Benimde ona elimi uzatmamı bekliyordu ama ıssızlığın gölgesinde filizlenen geçmiş, bunu yapmak istemememe neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA -Düzenlemede-
Genel KurguKaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arzunun kıvılcımlarını aleve veren. Birbirimize beslediğimiz şefkat, yıktığımız ruhları daha fazla parçalamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu...