"Kader, ruhumuza yazılan bir romandan başka bir şey değildir."
Acı, uyuşturucu gibidir. Seni üzer, yakar, değiştirir ama buna rağmen bağımlılık, her geçen gün damarlarında dolaşır.
Kanlı geçmişim benim acım olmuştu. Yavaş yavaş yok olan duygular, ucu yanmış bir kibrit gibi, önce sana yolu gösteriyor, ardından seni zifiri karanlıkta bir başına bırakıyor.
Düşündüm. Hislerimin kül olup yandığını, ufak, siyah tozlardan parmaklarımın arasında bir hissizlik abidesi doğduğunu düşündüm, hissettim. Kimi yetenekler, tarihe damgasını vurmak için Tanrı tarafından vaat edilmiştir, kimi yetenekler ise tarihte kaybolmak için.
Bu doğru: ben, kendi yeteneğini, ucu kurumuş bir fırçanın arkasındaki hissizlikte boğan bir ressamdım. Gerçeklik, benim için tarihe gömülmüştü ve geriye sadece yalanların boyası ile ruhunu kirleten bir kız kalmıştı.
Uzandığım yataktan kalkmadan sol elimi tavana doğru uzattım. Bakımsız tırnaklarım uzamıştı ve parmak uçlarımda, geçmişten kalma yaralar bulunuyordu. Elimi çevirdim ve bileğime baktım, yaraların kimisi dirseğime kadar uzanıp iz olarak kalmıştı.
Bir zamanlar, sanat dünyasına umutlar vaat eden parmak uçları, şimdi unutulmuş romanlar gibi tozlu raflar arasındaydı.
Evvela kapının ardından adım sesleri duydum, sonra ise kapıya çarpan birkaç yumruk sesi ile elimi indirdim ve yatakta doğrularak sırtımı yatağın başlığına dayadım.
"Derin, müsait misin?" Annemin nazik çıkartmaya çalıştığı sesi odamın duvarlarına kadar ulaştığında kafasını hafif içeri doğru uzatmış, bana bakıyordu. Bir şey söylemeden başımı salladım. Kapıyı yavaşça açtı ve odama girerek arkasından kapattı.
"Kendini nasıl hissediyorsun?" İki kişilik yatağın kenarına kadar geldi ve ucuna oturarak bana doğru yaklaştı. Sorusunu cevapsız bırakırken "Hissetmiyorum," kelimesini dudaklarımdan dökmek istedim ama bunu zaten biliyordu.
"Deden geldi." Bu kez bakışlarım, annemin kahverengi gözlerini bulduğunda bana ufak bir tebessüm ile bakıyordu. Sesinde bir zorlama, bir beklenti vardı ve yutkunarak devam etti. "Bak bunun senin için zor olduğunun farkındayım ama bu sergi inan ki sana da çok iyi gelecek."
Derin bir iç çektim ve yanaklarımda topladığım havayı bıkkınlıkla geri verdim.
"Zor zamanlardan geçtin, hepimiz geçtik." Gözlerimi çok hafif kısarak onu baktığımda bunu fark etmiş gibi değildi. "Yaşadığımız onca şey... İnan bende böyle olsun istemezdim." Tekrar yutkunmaya çalıştığında başını yukarı kaldırdı ve dolu gözlerinden akmak için bekleyen yaşları geri gönderdi.
"Biliyorsun ki ben hep sizi sev..." Elini kahverengi saçlarıma uzattığında yüzümü hafif geri çektim ve eli havada kaldı. O sırada cümlesini yarıda bıraktı ve bana hayal kırıklığı ile baktı. "Gerçekten... Bazen onun kadar bencil oluyorsun." Burnunu çekti ve yataktan kalkarak kapıya doğru ilerledi.
Kimden bahsettiğini biliyordum. Aynaya her baktığımda göreceğim suret kadar iyi biliyordum. Dudaklarından dökülen ve bana yapmacık gelen kelimelerin, hiçbir tonunda pişmanlığı hissedemezken gözlerindeki yaşlar bana her zaman anlamsız geldi. Kalbin hissettmediği bir kapıyı, göz kapakları ile aralayamazdı.
"Salona gel. Dedeni daha çok bekletme," dedikten sonra kapıyı arkasından aralık bırakarak odamdan çıktı.
Üzerimdeki örtüyü ittim ve yataktan kalkarak odamdan çıktım. Odam ile salonu bağlayan loş koridor karşıma çıktığında gözlerimi duvarlarda gezdirdim. Ölü bir şehrin ıssız sokaklarını andırıyordu. Bende o sokakların içinde kaybolan, leyl'in yıldızlarının melodisini dinleyen ve kalbindeki duygulara ulaşamayan bir kızdım. Çok şey yaşanmıştı bu koridorda ama soyut cümleler ve bulanık anılar dışında hiçbir şey kalmamıştı geriye.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA -Düzenlemede-
Ficção GeralKaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arzunun kıvılcımlarını aleve veren. Birbirimize beslediğimiz şefkat, yıktığımız ruhları daha fazla parçalamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu...