"Geçmiş, geleceğin üzerine örtülüyor. Sema, kanlı bir bıçak ile güneşi katlediyor, şafak söküyor."
Çığlıkları, boş sokaklarda yankılanan bir gökyüzü, acısını bana fısıldıyordu. Yağmur damlaları, karın altında üşümüş bir güvercin gibi titrerken saçlarıma damlıyor, beni kendi hüzünleri ile boğuyorlardı. Tanrı'nın, kalbimize gebe bıraktığı hisler, benim ruhum tarafından katledildiğinden beri ilk defa, bu kadar canlı hissediyordum kendimi.
Bilirsiniz, ıssızlık sizi kamçıladığında, duygulara sığınan kelimeler anlamlarını yitirirdi. Ne aşk kalırdı, ne sevgi, ne şefkat, ne merhamet... Nefret ve intikam hissine bile çürümüş bir ceset ile bakar gibi olmuştum artık.
Bir ağaç gibidir aslında hayat. Büyük, geniş ve güçlü bir ağaç gibi. Gövdesinde, bir romanın ilk sayfalarına kazınan kelimeler mevcuttur. İlk cümleler, bir anne şefkatini veya bir bebeğin dudaklarından dökülen ilk masum çığlığı yansıtır.
Ardından gövdeden yukarı çıkılır ve sayısız dallar, gözler önüne serilir. Her biri kaderin farklı bir saniyesini temsil ederken, sağ tarafında hislerin bulunduğu ve soyut bir şekilde rüzgarların, o dalları beslediği yapraklar bulunmaktadır. Yapraklar... İşte onların her biri, o günün tek bir lahzasını içinde barındırır, bu yüzden hayat ağacında sayısız yaprak vardır.
Yere düşen gömlek gibi kırışmış olan zihnimde, küçük bir kız çocuğu gibi o soyut olan ağaca tırmandım. Parmak uçlarım, sağ tarafta hislerin bulunduğu dallara giderken sanki dokunduğum her dal parçalara ayrılıyor, kendisini uçurumdan aşağı itiyordu. Elimi çektim dallardan ve kafamı kaldırarak yukarlara baktım. Yaprakların her biri solmuştu.
Şimdi gerçek dünyaya uğrayan zihnimde kendi kendime sordum. "Hislerimi yıkan şey, çocukluğumun parmak izleri miydi? Yoksa zaten en ufak bir tepkiyi mi bekliyorlardı parçalanmak için?"
Düşünmeyi reddettim.
Vücudum, soğuktan tir tir titriyordu. Burnumdan derin bir nefes aldım ve gözlerimi kapatarak kafamı yukarı kaldırdım. Damlalar, teker teker yüzümde dans ediyordu. Hızlı atan kalbimin, vücudumdaki darbelerinin etkisini duyabiliyor, kemiklerime çarptığında çıkan hisleri her bir parçamda hissedebiliyordum.
Aklımda fazla soru vardı ve endişe, ensemde nefes alırken tereddüt, düşüncelerimi kamçılıyordu.
Barda kovalanmamın ardından bir daha o gölgeye rastlamamıştım ama içimden bir ses, sergide gördüğüm gölge ile aynı kişi olmadığını fısıldıyordu ve sırtımdaki ürperti, bu işin hala bitmediğini söyler gibi varlığını her an vücudumu titreterek hatırlatıyordu.
O anda bir karar aldım. Belki de sorularımın cevabını alabileceğim tek bir karar.
"Eski bir dostu ziyaret etsem iyi olur."
--
"Bayan, istediğiniz yere geldik." Taksi şoförünün sesi ile bakışlarımı dışarıdan ona doğru çevirdim. Ön koltuktan kafasını bana doğru uzatmış bir şekilde bakıyordu. "Toplam 30 TL."
Evden aniden çıktığım için üzerimde ne para, ne cüzdan vardı. Bu yüzden taksinin kapısını açtım ve omzumun üzerinden adama bakarak "Burada bir dakika bekleyin," diyerek arabadan çıktım.
Bu sokaklara adımımı atmayalı uzun zaman geçmişti ve şimdi değişen mekana baktığımda, kalbime bir hüzün ve özlem duygusunun çökmesini bekledim ama geçmişim gibi buradan da nefret ediyordum. Yağmur durmuştu ve etrafta huzur dolu bir toprak kokusu vardı. Buna rağmen siyah pantolonum ve siyah ceketim hala tamamen ıslaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
NEFHA -Düzenlemede-
Ficción GeneralKaybettiklerimizi dudaklarımızın arasında buluyorduk. Ne tuhaftır, oysa ciğerlerimize karışan nefeslerdi, arzunun kıvılcımlarını aleve veren. Birbirimize beslediğimiz şefkat, yıktığımız ruhları daha fazla parçalamaktan başka bir şey yapmıyordu. Bu...