Huzurlu Yer

53 12 4
                                    

Odama girip, kapıyı kapattım. Vicdan muhasebesi yapmak bana göre değildi. Zaten hiç pişmanda değilim. Yatağıma oturdum. Her zaman yaptığım şeyi yaptım. Tabikide bi sebebi var ; yatağımın neredeyse bitişiğindeki pencerem o benim. Benim pencerem , direk sokağa bakıyor. Öyle dolu dolu değildir bizim sokak. Boş ve sessiz. Sağ elimi yumruk yapıp çeneme koyuyorum. Tamda şimdi olduğu gibi. Sonra, herşey geliyor aklıma ; annem, ailem , intikam ateşim ... Sadece düşünüyorum... Ama nasilda bu havayı farkedememişim ? Benim gibi yağmur , rüzgar ve soğuk hava tutkunu biri nasıl olurda fark edemez ? Bugün hava rüzgarlı, yağmur ise yağdı yağacak. En sevdiğim işte; yağmur ve rüzgar. Ne kadar sevdiğimi anlatmaya kelimeler yetmez gibime geliyor. O yağmurun altında durup sırılsıklam olmanın,  rüzgarı hissetmenin ayrı bi tadı var. Rüzgar,  içimi ısıtıyor sanki. Tuhaf ama öyle... Zaten yağmuru sevmeyenleri bir türlü anlayamadım. Saat ne kadar akşamın 7'si olsa bile , cidden bu havanın tadını çıkarmaya kararlıyım. Bu tenha yerlerde akşamın 7'sinde dışarı çıkmak akıl karı değil ama olsun. Tek gideceğim yer: benim mekanım. Buradaki evim olarak bellediğim , orman gibi ağaçlık bir alanın sonlarında bulunan tek bank. Etrafındaki güller , ağaçlar...Ayrı bir huzuru var oraların benim için. En sevdiğim yanı ise sessiz ve karanlık olması... Düşündükçe  daha çok hevesleniyordum gitmeye. Hızlıca dışarıya çıkmak içinde hazırlanmıştım sonunda. Kıyafet konusunda pekte takıntılı biri değilim. Belkide elbise dolabımda siyah renginin yoğunluk göstermesindendir. Tam odamdan çıkacakken , hemen kapımın yanındaki aynaya takıldı gözlerim. Sadece siyah... İşte benim rengim ; yüksek bel siyah pantolonum, üzerineki siyah deri ceketim, belime kadar uzanan düz siyah saçlarım, siyah ayakkabılar, siyah çanta... Kendimi neden bu kadar süzdüğüme hala anlam veremediğim bakışlarım ve  saatin geç olmasını farketmem  ile daldığım karanlık denizlerden alıverdim kendimi.  Odamdan çıktım sakin adımlarla. Arkadaşlarım mutfakta, hemen pencerenin önündeki masada oturmuş kahve içiyorlardı. Hiç bişi olmamışçasına yüzüme bakıyorlardı. Tabikide Nida'yı değilde beni seçecekler. Dayanamadı Ayşe''Yine karalara bürünmüşsün be güzelim. Gözlerinin karası kadar olmasa da uydurmuşsun işte. Eee, bu saatte nereye gidiyorsun Melis?'' dedi. Bu kızı bu yüzden seviyordum işte. Biraz manyak filan ama kime değer verip vermemesi gerektiğini biliyor. Ha birde hemen eski moduna dönüyör. Cevap vermekte gecikmedim bende ''Mekanıma gidiyorum Ayşe. Erken gelirim merak etmeyin.'' Ufak bir tebessüm ile çıktım evden.Kapıyı hızlıca kapattıktan sonra ; yağmur suyuyla karışmış, toprak kokusunu içime çektim. Bu kokuyla; öyle çok mutlu olduğum, ailece gezdiğim bir günde değil de., annemin öldügü gün tanışmamdandır belkide bu kadar cok içime çekme isteğim... Çok yağmurlu bir gündü annemin öldüğü gün.Yağmur gidişine ağlıyordu sanki. Bizimle beraber oda gözlerinin pınarlarını kurutmak istercesine ağlıyordu.Çocuk aklımla, toprağı koklarsam annemin kokusunu içime çekerim sanmıştım. Kafamı toprağa gömmüstüm o zaman... Agladim.. cok ağladım. O güzel , huzurlu ve bulunması imkansiz kokuyu toprağın altında aradım. Çaresizce... Ama yoktu... Ne sesi , ne de kokusu... Sadece o yoktu. Aldığım tek koku şu an aldığım kokuydu. Düşünceler, adımlarımı yavaslatmaya yetiyordu. Sonunda, dikkatimi çekmek istercesine yavaşlamıştı adımarım. Havanın kararmaya yüz tutmasını da farketmem ile hızlanmıştı adımlarım.      
Düşünceler denizide dalmışken, telefonumun çalan müziği ile irkildim. Arayan Oğuz'du. O hep böyleydi işte Tamda böyle zamanlarımda daha fazla dalıp, boğulmama izin vermez. Eski günleri hatırlamam ile , solmuş güller gibi solup kuruyan yüzüm, birazda olsa canlanmıştı. Hafif bir tebessüm ile açtım telefonu. Her zamanki gibi ilk konuşan o.
''Naber minik?''
"Iyi be Oğuz. Senden n'aber?
''Melis... Sana kaç kere düşün ama boğulma dedim? Her zaman  aynı  şeyi yapıyorsun. Annen... Senin böyle olmanı istemezdi.''
"Anlayacaksın dimi Oğuz? Ne yapsam yine de anlayacaksın..."
"Melisim, bak duygusuzsun tamam ama bana değil. Hop dedim ufaklık. Bunu bana yapamazsın. Ama hala o
Öğrenememişsin. Yok öyle küçük çocuklar gibi  Oğuz Bey'in gözünden kaçmak! Anlaştık dimi ?"
"Anlaştık Komutanım."
"Anlat bakalim naptın?
Birkaç şakalaşmadan ve hal hatır sormadan sonra, bugün olanlardan bahsetmeye başladım. Nida'yi kovduğumu söyleyince, büyük bir şoka girdiğini ihtişamlı "Hadi be !" deyişinden anladım. Nida'ya ,evleneceğimizi  söylediğimi söyleyince büyük bir kahkaha patlattı. "Ya kızım sen cidden manyaksın. Boşuna sana rüzgar demiyorum. Yine esmiş, gürlemişsin." Hala gülüyordu. Keintsiz 5 dakikayı geçen bir gülmeden sonra benide kahkahalara boğmayı becerebilmişti. Kahkahalar arasında "Ya maksat gırgır şamata. Hem sana bişi söyliyim mi? Bu kız sana harbiden abayı yakmış. Seni baya seviyor."
"Sayın Deli ; yaptıklarınızdan dolayı çok teşekkür ediyorum. Keşke Uzaylımen'e net bir tarih verseydiniz. Ben sizi direk en yakın tımarhaneye yönlendireyim. Nasıl ?"
"Sağolun Profesor. Lakin , okul bittikten sonra geldiğimde oraları tımarhaneye çevireceğim için, kendinizi yormanıza gerek yok. Ayrıca aileciklere ve kendinize iyi bakmanızdan başka bir isteğim yok. "
Ardı ardına devam eden espriler ve kahkahalar sonra telefonu kapatmıştım. Telefonu sessize alarak çantama koydum. Huzurlu yerime birkaç adımın kaldığını farketmemle, koşa koşa gittim bankıma. Buraları kimse bilmediği için sürekli boş olur. Sessiz ve kimsesiz... Herkesin gittiği yerler pekte bana göre  değil sanırım. Oturdum ve derin bir iç çektim. Buraların kokusunu, havasını, hele ki şuan hafif atıştıran yağmurunu hiçbir şeye değişmem. Buralara belkide son gelişimdi. Bu düşünce beni hüzünlendirmeye yetmişti bile. Böyle güzelim yeri ne kadar  özleyecek olsamda bırakmak zorundaydım. Mesela, oturduğum bankın hemen solunda boyumun yarısı kadar uzunluğu olan güller... Hepsi kıpkırmızı ve öyle solgun değil; aksine çok canlı. Sonra, bankın  hemen sağında olan geniş gövdeli minyon tipli nene ağaç... Bazen öylece ona yaslanır, sanki birşey anlatıyormuşcasına sessizce dururum. Sessizliğini dinlerim. Nenemizin dedesi olmazsa olmaz tabi. Dede ağaç, nene ağacın aksine;  uzun boylu ve zayıf. Hemen yanyanalar. Aralarında, sadece benim girebileceğim kadar boşluk var. Açıkçası böyle olması , beni özel hissettiriyor. Onlar tarafından önemli biriymişim gibime geliyor. Aslında, etrafa birsürü ağaç filan var ama sanki bu bankı özel olarak benim için buraya koymuşlar. İlk girişi, kendisini küçük bir yer gibi gösteriyor ama öyle değil. Burayı daha ilk keşfettiğim zamanlar kaybolduğumu bile düşünmüştüm. Ama bankımı bulmam uzun sürmemişti. Kaybolduğum sırada, benim mekanımın az ilerisinde olan dere gibi bir yeri de keşfettim. Akam su cok temiz. Çok berrak. Oralara da arada bir uğrar, suya en takin taşın üzerine otururum. O şarıl şarıl akan suya, taşlara, gördüğüm , görmediğim hayvanlara anlatırım derdimi. Bazen ise susar, sadece huzuru tatmak isterim. Bankımdan ilerde olduğu için gözükmese bile serinliği kendini hossettirip, sesi huzur vermeye yetiyordu. Bu güzel ortam, tek kelimeyle muazzam, mükemmel... Yağmur gitgide hızlanıyordu. Bende biraz ıslanmışım ve hala da ıslanmaya devam ediyorum. Buralarda hep böyle olur ya bana... Kendimden geçerim. Her gün daldığım denizlerde , biraz daha derinlere inerim ben buralarda. Daha fazla ıslanmamak için oturduğum  yerde ayağa kalktım. Etrafa son bir kez göz gezdirdikten sonra tüm sesimle bağırdım. "Sizi çok seviyorum." Elimle nene ağacı işaret ettim." Sen, minyon tipli nene ağaç..." Nene ağaca doğru koştum. Sımsıkı sarıldım. " Seni seviyorum be nene ağaç. Karşında çocuklaşıyorum işte elimde olmadan. Oysaki hiç sevmem böyle şeyleri. " Yapraklarını biraz okşadıktan sonra dede ağaça doğru bir adım attım. "Dede ağaç... Geleceğim tamam mı? Tekrardan geleceğim. Senide seviyorum dede ağaç. Bilirsin ya. " Dede ağacında yapraklarını biraz okşadıktan sonra, ikisinin arasındaki o boşluğa girdim. Sarılabildiģim kadar sarıldım ikisine. Sonra, koşa koşa güllerimin yanına gittim. Önce biraz elimi gezdirdim üzerlerinde. Sonra eğilip o mis kokularını içime çektim. Doğrulurken, dikkatimi çeken iki tane kıpkırmızı ve canlı olan güllere takıldı gözlerim. Dalında gerçekten çok güzel duruyordu. İçimden ne kadar kopartmayacağım desemde, güllerin o masumluğu beni resmen koparmaya itiyordu. En sonunda dayanamayıp görünümü kadar kendisi de etkili olan güllerden  1 tanesini kopardım. Ötekini de koparmak istiyordum ama olmazdı. O dalında kalmalıydı. Gülü elime alarak yavaş yavaş uzaklaşmaya başlıyordum. Bu kaplumbağaya fark atmaya fazlasıyla yetecek yavaşlığıma, birde buralardan 2 aya kadar gideceğim aklıma gelince gözümden akan birkaç damla yaşa engel olamamıştım. Yağmurun, gözyaşlarıma karışmasıyla hızlandığını farkettim. Saate baktığımda 12 olduğunu görünce biraz tedirginleşmiştim. Gece tam 12. Havanın bu kadar kararmasına rağmen, saate bakmadan farkedemeyişimin mantığını düşünüyordum yavaş adımlarımla. Bu havaları çok sevdiğimdendir bu istifimi bozmayışım... Sanki yağmur bana güneş oluyordu. Tenime değen her damla ısıtıyordu içimi... Hüzünlü duygulardan uzaklaşıp, havanın tadını çıkarmak istercesine olduğum yerde durdum. Ellerimi iki yana açıp, kafamı yukarı kaldırdım. Yüzüme değen damlalar ve ellerine dolan yağmur ruhuma işliyordu adeta. Geçmiş... Annem... Etrafımın sessizliğine aldırmadan, tüm Dünya'ya, bulutlara duyurmak istercesine haykırdım. "Yağmur, söyle anneme... Onu çok özledim. Her yerde, her yerde arıyorum kokusunu, sesini, gülüşünü... Ama bulduğum tek şey o toprak kokusu..." Kafamı eğip , yürümeye devam ederek konuşuyordum kendi kendime." İçimdeki anne sevgisine hasret kalmış çocuğa ne diyeyim? Ne yapayım? Hangi bahaneyi uydurayım? Yetersiz be yağmur... Tüm bahaneler yetersiz bu sonuca..." Hatırladığım birkaç karenin gözlerimde canlanıp, yüreğimde hissedilmesi ile içim yanıyordu bu soğuk havada. Cayır cayır alev almıştı kalbim. Ama yoktu çaresi... Çaresizce yaşamak vardı. İntikam vardı...Dalmıştım işte yine doyamamışlığıma... 10 yıllık hasretime ve beni 2 dakikada hüzünlendirmeye yeten tek sebebe...Anneme... Gözyaşlarımın yağmura karışmasıyla daha da acıyordu içim. 10 yıl öncesi gibi yaşıyordum yine sanki... Ben 13 yaşındaydım... 12 yaşındaki kardeşim  Serkan, babam ve annem ile çok mutluyduk. Ta ki o güne kadar... Öyle bir tokat atmıştı ki hayat bize; unutulması imkansız, hatırlanmak istenilmesi zor. Annemin hasta olduğunu öğrenmiştik o zaman. Kalbi delikti. İşte, hayatımızı karartmaya fazlasıyla yeten 2 kelime "kalbi delik "... Sonrasında yapılan tahliller, hastalığın gitgide ilerlemesi... Hersey o kadar hızlı oluyordu ki... Çok riskli bir amelayt varmış. Ya masada kalacak, ya da ömür boyu bizimle kalacak. Bu kadar basit olmamalı. Bir insanın hayatı, bu iki seçenekte sınırlı kalmamalı... Başında, hepimiz ameliyat olmaması tataftarıydık. Ama ilerleyen yıllar ile birlikte çöken annemizi öyle görmek hepimizin içini yakıyordu. Babamın, bizden habersiz para biriktirdiğini, 3. Yılda öğrendik hepimiz. Kimseye söylememişti. Anneme bile... Hastaneye yatırdık. 2 gün serum aldıktan sonra 3.günū aldılar ameliyata. 9 saat süren ameliyattan sonra çıktı. Herşeyi çok iyiydi. 3 saat sonra ani bir şekilde durdu kalbi. Sonsuza dek durdu... Böyle ani birşeyin nedenini gizleyecek ve inandırcacak bir yalan bulamamış olacaklar ki, hala babama ve kardeşime bir neden söyleyememişlerdi. Biliriz... Hiçbir şey göründüğü gibi masum değildir. Ve emin olun ki, bu her konuda böyledir. Annemin nabzının durduğunu gösteren cihaz ile hepimiz bağırarak yardım istiyorduk. Odaya bir sürü doktor girmişti. Bizi almıyorlardı içeriye. Birkaç müdahele ve kendi aralarında konuştuklarından sonra o beyaz çarşafı örtüler yüzüne. Var olan tüm sesimle bağırdım. Hastanenin her yeri sesim ile yankılanıyordu. Sonra, sakinleştirici iğne yapmışlar üçümüze. Gözlerimi açtığımda sedyenin üzerindeydim. Hemen yanımdaki sedyede Serkan vardı. Onun yanındaki sedye ise boştu. Bilincimin tam olarak yerine gelmesi ile bir tokat gibi yüzüme çarpan son görüntüler, asla unutamayacağım şekilde yerleşmişti beynime. "Anne, anne" diye sayıklıyordum yerimde. Elimdeki serum iğnesini tutup attım köşeye. Annem , bir yerden çıkar ümidiyle çıktım odadan. Karşılıklı odaların olduğu , upuzun bir koridor vardı. Teker teker kapıları açıp bakarak gidiyordum. En sonda bulunan 1 oda kalmıştı. Yavaşça kapısının kolunu indirdim. Birkaç adım attıktan sonra karşımda , arkası dönük halde olan adama sabitlendi gözlerim. Babam olmadığını zar zor farketmem ile arkamı döndüm.

Geçmişin Geleceği  #intikamHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin